ÖZLEM AKARSU ÇELİK

ÖZLEM AKARSU ÇELİK

Van’daki gasp neyin işareti?

Van’da seçmen iradesinin gasp edilerek kendisine en yakın adayın iki katı oy alan DEM Partili büyükşehir belediye başkan adayı Abdullah Zeydan’ın başkanlığının yargı eliyle reddi, açık faşizme çağrı mıdır?

Öyle ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bunu ister mi? Yani, AKP-MHP iktidarının ömrünü uzatması için otokrasiden açık faşizme geçmeye devlet cevaz verir mi? Sorunun cevabını aramadan önce son on yılda buraya nasıl gelindiğini hatırlayalım.

7 Haziran 2015 seçiminde HDP’nin aldığı, tarihinin rekor oyu olan yüzde 13,12 Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gizli anayasasındaki tüm dengeleri alt üst etti. Bunu gören güçler, öncesinde çalışmaya başlamıştı zaten. IŞİD’e yol verilerek gerçekleştirilen kanlı katliamların ilk adresinin 5 Haziran 2015’teki HDP’nin Diyarbakır mitingi olması tesadüf değildi. Ardından 20 Temmuz Suruç Katliamında Kürt siyaseti ile yan yana yürüyen sosyalist gençler öldürüldü. 10 Ekim Ankara Gar Katliamı ise cumhuriyet tarihinin en kanlı saldırısı olarak uzun bir aradan sonra sokakta buluşmuş en geniş katılımlı toplumsal muhalefette derin bir yara açtı. 16 Mart 2016 Güvenpark Katliamı ise bu yarayı uzun bir süre iyileştiremeyecek boyuta taşıdı.

7 Haziran seçiminden bu yana tam 9 yıl geçti ve “Kürtlerle yan yana gelmenin bedelini canınızla ödersiniz” denilen Türkiye sol hareketi dar bir alana sıkıştırılmakla kalmadı, kitlesel olarak bir daha sokağa çıkamadı.

Darbe sonrası ilan edilen olağanüstü hal sürecinin kalıcılaştırılmasıyla sokak herkese yasaklandı. Üstüne, “bizi sokağa çekmeye çalışıyorlar”, “iç savaş çıkaracaklar” fısıltıları muhalif partilerin liderleri tarafından da kabul görüp yüksek sesle dillendirilince amaç hâsıl oldu ve en demokratik hak olan sokak kapandı. Gezi eylemleri ile birlikte sokakta buluşan üç kişiden bile korkar hale gelen iktidar, sonuçtan memnundu.

DEM Parti ve öncülü partilere oy veren seçmen, bu senaryoya aşikâr ve bu oyunlara gelmiyor, bunlardan korkmuyor, hakkını aramaya devam ediyor. Van’da yargı eliyle gerçekleştirilen gaspa karşı sokağa çıkan, kepenk kapatan halkın demokratik tepkisini böyle okumak gerek. Ancak bu haklı tepki dahi “muhalif” sayılan ya da sanılan kimilerince bile “devletçi” yorumlarla kriminalize ediliyor, geçiştiriliyor ya da görmezden geliniyor.

“Cesaret haklılıktan gelir”

Yıllardır süren kayyım uygulamasına rağmen DEM Parti seçmeni demokratik siyasette kalmayı tercih etti, oy kullandı, iradesini sandığa yansıtarak yerel yöneticilerini seçti. Bunun kıymeti bilinmeli. Bunun yerine Van’da mühendislik yapılıyor. AKP buna göz yumarsa ya da iktidarını sürdürmek için bu oyuna gelirse sadece muhalefet değil AKP ile birlikte tüm Türkiye bunun altında kalır.

Prof. Nilgün Toker, Ekrem İmamoğlu’nun Kürt meselesine ilişkin ayrıştırıcı söylemlere cesur biçimde karşı çıkışını ve Kürt meselesinde cesaretle demokrasiden yana tavır koyanları sorduğumda şöyle yorumlamıştı: “Cesaret haklılıktan gelir…”

Aslında bu Kürt seçmenin kendi iradesine sahip çıkarken gösterdiği cesareti de tanımlıyor.

“Devlete yaklaşan milletten uzaklaşır”

Önemli bir sözü daha var Nilgün Hoca’nın: “Devlete yaklaştıkça halktan uzaklaşırsın.”

MHP’nin AKP’ye yaptı(rdı)ğı tam da budur. Seçim yenilgisini masaya yatıran AKP yönetiminin, bu sonucun sadece kibirle açıklanamayacağını görmesi, “devlete yaklaşırken milletten uzaklaştığını” ve MHP’nin kendisini esir alan tutumunun faturasını değerlendirmeden bir parti olarak yola devam edemeyeceğini bilmesi gerekiyor.

Van’da olup biteni sormak için DEM Partili tek bir siyasetçiyi aramadım. Çünkü onlar başlarına örülecek çorabı görmüş, seçim öncesi “taşımalı seçmen” vb. uyarıları yapmıştı. O da görülmedi, itirazlarına yeterince kulak kabartılmadı. Zaten geniş kesime seslerini duyurabilecekleri tüm mecralar, adı konulmamış bir sözleşme ile DEM Partili siyasetçilere tamamen kapatılmış durumda.

Yıllardır yaşadıkları hak gasplarını bas bas bağırıyorlar; kriminalize ediliyorlar, tutuklanıyorlar, hapisten çıktıklarında bıraktıkları yerden mücadeleye devam ediyorlar. Tıpkı Van’da başkanlığı gasp edilen Abdullah Zeydan’ın yaptığı gibi. Onların örgütlü kötülük ile mücadele deneyimleri ortada. Bugün yaşatılana dair alınacak tutumda asıl sorumluluk onların dışındaki muhalif partilerde ve toplumsal muhalefette.

Sandıkta kaybedilen meşruiyet

Bir taşla birkaç kuş vurmasına alışık olduğumuz kötücül akıl, Van’daki gasp ile CHP’yi de tuzağa düşürmeye çalışıyor. Çünkü gördüler ki, CHP ve DEM Parti seçmeni, hatta bugüne kadar AKP’ye, MHP’ye, İYİ Parti’ye oy vermiş seçmen, adaya bakıp aynı sandıkta buluşabiliyor.

31 Mart 2024 seçimi muhafazakârlığın, milliyetçiliğin ve ırkçılığın yükseldiği tüm dünya için örnek oldu. Otokrasi, muhalefetin buluşmasıyla sandıkta yenilebilir. Bu görüldü, peki ya seçim sonucu tanınmazsa ne olur?

AKP bugüne kadar meşruiyetini sandıktan almasıyla övündü ve iktidarının 22’inci yılında sandıkta hezimete uğradı. Aslında 16 Nisan 2017 referandumunda mühürsüz oyların sayılmasıyla meşruiyet tartışmalı hale gelmişti. Ancak orada muhalefet direnemedi, sonucu kabul etti. Peki şimdi meşruiyetini nereden alacak? Açık faşizme daveti, bu soruların yanıtlarında aramak gerekiyor.

Seçmen, CHP’ye kurulan tuzağın farkında mı?

Van’daki seçmen iradesinin gasp edilmesinin ardından DEM Parti seçmeni de tüm toplumsal muhalefet de gözlerini en güçlü adrese çevirdi; CHP yönetimine çağrılar yapılıyor. Hem Özel hem de İmamoğlu’nun açıklamaları tatmin ediciydi. CHP, Van’a heyet gönderdi. Ancak özellikle sosyal medyada veryansın edenler bununla tatmin olmuşa benzemiyor. İki partinin tabanında, bu senaryoyu daha önce yaşadığını unutanlar ya da daha genç olanlar kıyasıya atışıyor. İstenen tam da bu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın, 31 Mart seçim sonucunun mimarları olduğu herkesin malûmu. Her biri ve icraatları toplumda karşılık buldu ki, bu sonuç alındı. Türkiye’nin bir sonraki olası cumhurbaşkanı adayları da yine herkesin malûmu…

Tam burada şu soruyu sorabiliriz: 31 Mart yerel seçiminin sonuçlarının toplumsal muhalefete alan açmasını engellemek, Kürt sorununun barışçıl çözümü için bir zemin yaratacak noktaya evrilmesinin önüne geçmek ve bu sorunu çözecek iradeye sahip birinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturamaması için birileri hamle yapmış olabilir mi? Neden olmasın!

Bu kirli tezgâh ile mücadeleyi, bu kirli oyunu kuranların gel gel yaptığı CHP’li isimlerin omuzlarına yıkmak doğru olmaz. Bu tuzağa düşmemek için en geniş toplumsal muhalefetin ezber bozacak bir karşı duruşuna ihtiyaç var.

AKP bu senaryoya yol verir mi?

Van’da yapılanların ardından DEM’in kazandığı Hilvan’da seçimin tekrarı kararının alınması, CHP’nin kazandığı İstanbul Gaziosmanpaşa seçim sonucuna AKP’nin itirazı ve başka örnekler siyasi iktidarın, sandıkta yenemediğini başka yollardan yenme yoluna gittiğinin kanıtı.

Van’da DEM Parti seçmeninin hakkını demokratik yollardan aramasının kriminalize edilmesi, DEM Parti ve tabanının bir kez daha yalnızlaştırılması, sadece Van’ın geleceğini değil, Türkiye’nin yakın siyasi geleceğini de ilgilendiren senaryolar içeriyor.

Siyasi iktidar, CHP ve DEM Parti arasında bir ittifak yapılmadan da seçmeninin ortaklaşabileceğini görmenin paniği ile karanlık senaryolara yol vermemeli; ancak şu ana kadar izledikleri tutum, aksi yönde bir irade gösterebileceklerini işaret etmiyor.

Bahçeli ve Erdoğan ne demişti?

Seçime günler kala “Son seçimim” diyen Erdoğan’a “Ayrılamazsın” diye karşı çıkan Bahçeli’nin seçimin ardından yaptığı konuşmayı hatırlayalım: “DEM takviyeli CHP’nin konjonktürel kimi rahatsızlık ve memnuniyetsizlikten istifade ederek sivrildiği açıktır. Fakat Türkiye’yi yöneten iktidar değişmemiştir. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi görevinin başındadır. Sayın Erdoğan devletin başıdır ve desteğimiz sonuna kadar arkasındadır.”

Erdoğan’ın eşi ile birlikte tek başına çıktığı balkonda söyledikleri de benzerdi: “Bazıları kendini darı ambarında sanıyor. Şunu bilmeleri lazım. 4.5 yıl bu kardeşiniz Cumhurbaşkanı mı? AK Parti iktidar mı? Dolayısıyla Cumhur İttifakı olarak parlamentoda mıyız? Bu yolda nasıl şu ana kadar geldiysek yine bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz… Beka meselesi konusundaki hassasiyetimize sahip çıkan tüm vatandaşlarıma, özellikle de Kürt kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Güneydoğu Anadolu bölgemizin seçim sonuçları Kürt kardeşlerimizin kendi iradelerini pazarlık masasına sürenlere verdiği çok önemli bir derstir… Ülkemize Suriye sınırımız boyunca kurulan tuzağı zaten kısmen bozmuştuk. Şimdi hedefimiz Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmalarını ortadan kaldırarak Suriye’yi güvenli bir yer haline getirip ülkemizdeki sığınmacıların evlerine, yurtlarına dönebilmelerini sağlamaktır.

Ne rakibine bir teşekkür vardı o konuşmada ne de yenildiğini kabule dair bir işaret… Balkon konuşmasında da “terörle mücadele” dedi Erdoğan.

Hep aynı yerden dayak yiyen muhalefet, ezber bozmalı

Türkiye’de demokrasinin yumuşak karnı Kürt meselesi… Geniş muhalif kesimler, Kürtlere haksızlık, hukuksuzluk yapıldığında bugüne kadar devletin yanında hizaya geçmeyi tercih etti. Bugünkü tabloda da sandıkta ortaklaştığı Kürt seçmeni, Van’daki hak gaspında yalnız bırakırsa 7 Haziran 2015’ten bu yana başımıza ne geldiyse benzer bir süreci yaşayacağız demektir. O boyutta kötü olaylar yaşanmasa da sandığın yok sayılması insanların demokratik siyasete olan inancını sarsar. Bu da iktidarın ömrüne ömür katar.

Hep aynı yerden yumruk yiyen ama bir türlü doğru hamleyi yaparak kendini savunmayı ve ayağa kalkmayı öğrenemeyen bir vücut gibi muhalefet. Beyin, uzuvları kontrol edemiyor. Hep aynı yerden… Kürt meselesinden dayak yemeye devam ediyor.

Kürt seçmenin yanında durmakta tereddüt etmek yerine bu kez ezber bozmalı muhalefet. Bunu yaparken de birbirini korumalı, kollamalı. Cesur olmalı. Cesaret haklılıktan gelir, unutmamalı. Aksi halde ömrünü uzatmak için sandığı yok sayarak otokrasiden açık faşizme yelken açan iktidara yol vermiş olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZLEM AKARSU ÇELİK Arşivi
SON YAZILAR