Hasan Cemal: Yetmez ama evetçilere küfredeceğine enerjini Erdoğan'la mücadeleye ver

Hasan Cemal: Yetmez ama evetçilere küfredeceğine enerjini Erdoğan'la mücadeleye ver
Yeşil ve Sol Parti listelerinden milletvekili adayı olan gazeteci Hasan Cemal, Zor Soru'da Kemal Göktaş'ın sorularını yanıtladı.

HASAN CEMAL'İN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

KEMAL GÖKTAŞ

Gazeteci Hasan Cemal, 14 Mayıs 2023'de yapılacak seçimlerin sürprizlerinden biri oldu. HDP'nin öneresiyle Yeşil ve Sol Parti listelerinden milletvekili adayı olan Cemal, sadece yarım asırlık gazetecilik tecrübesi ile değil, aynı zamanda AKP'ye bir dönem destek vermekle eleştirilse de son 10 yıldır Erdoğan'a yazdığı sert yazılarla muhalefet eden önemli bir isim.

Yeşil Sol Parti'nin bir diğer adayı Cengiz Çandar ile birlikte yeni bir çözüm sürecinde rol oynayabilecekleri beklentisi ile aday gösterildikleri konusunda yaygın bir kanaat oluşan Hasan Cemal ile gazetecilikten siyasete geçişini, yeni dönemden beklentilerini, Kürt sorununa bakışındaki evrimi ve elbette yetmez ama evet meselesi ile Erdoğan'a destek konusunu konuştuk.

"Gazetecilikte yapabildiğim, yazabildiğim her şeyi yazdım. Biraz sükunet gelmişti hayatıma. Yeni baştan bir işe soyunuyorum. Bu bana heyecan veriyor" diyen Cemal, bu heyacanının nedenini şöyle anlatıyor:

"Türkiye bir krizler ülkesi haline geldi. Bütün kurumları ile çöktü ve çürüdü maalesef ve bu ülkeyi yeniden inşa etmek lazım. Türkiye’de yargıyı yeniden ayaklarının üstüne oturtmak lazım. Her şeyi yeni baştan yapmak lazım. O yüzden de 14 Mayıs çok önemli. Bütün bunlara iyi kötü bir katkım olursa benim için de hayatımın son döneminde çok iyi bir şey olur."

Cemal'e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

Yeni çözüm sürecinde rol alabiliriz

Sizin ve Cengiz Çandar’ın adaylığı gündeme geldiğinde Kürt sorununda yeni bir çözüm sürecinde rol alabileceğiniz, bu yüzden HDP’li yetkililerin sizi tercih ettiği yorumları yapıldı.

Bu değerlendirmede sanırım gerçek payı var. Hayatımın son 30 yılı 1990’lardan itibaren Kürt sorunu ile iç içe geçti. Kürtlerin acılarına dokunarak, acılarını hissetmeye çalışarak, Kandil’e de giderek, Bekaa’da Öcalan’la da görüşerek, devlette, siyasette bu konuyla ilgili olanlarla da konuşarak… Ve sadece konusu Kürt sorunu olan 4 kitap yazdım. Her kitabımda da Kürt sorununun bir yönü vardır. Kürt sorunu Türkiye’nin en yakıcı sorunudur. Ne yapmak istiyorsak Türkiye’de, hukuku, adaleti düzeltmek istiyorsak, demokrasiyi yerli yerinde inşa etmek istiyorsak, bunların hepsi için Kürt sorununun çözümü lazım. Kürt sorunu böyle kaldığı için Türkiye demokraside, hukuk devletinde geri kaldı, ikinci sınıf, üçüncü sınıf oldu. Son dönemde ise tek adamlık rejimi geldi Türkiye’nin tepesine oturdu. Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü olacaksa Kürt sorununu çözmemiz lazım.

Kemal Kılıçdaroğlu Kürt sorununun çözüm yeri olarak Meclis’i gösterdi. Sizce Millet İttifakı’nın ortaklarından İyi Parti’nin yaklaşımı sorun çıkarır mı bu yeni dönemde?

Hiçbir şeyi geçmişe bakarak değerlendirmemek gerekir. Millet İttifakı’nın kuruluşu bir uzlaşma ruhunu yakalayarak uzlaşma ruhunun ürünü olarak meydana geldi. Yakın tarihimizin en önemli eksiğini giderdi Millet İttifakı. Ilk kez 6 farklı parti bir demokrasi çağrısı yaptılar. Bu çok önemli. Bunun içine giren İyi Parti de demokrasi ve hukuk devleti sözünü verdi.

Bunların yapılması için Kürt sorununun çözüm yoluna girmesinden başka çare olmadığını gördüklerini sanıyorum İyi Parti liderlerinin. Eskiye bakıp çok katı olacaklarını sanmıyorum.

Bundan sonra Türkiye’nin çok ağır sorunlarının uzlaşma ruhuyla, bu çatı altında çözüleceğine inanıyorum. Onlar da bunu gördükleri için bu işe girdiler. Uzlaşmadan, diyalog kurmadan Türkiye’nin ağır sorunlarını nasıl çözeceksiniz? Bu ekonomi için de geçerli, Türk sorunu için de geçerli. Bugün biz ekonomiyi çözemediysek hukuk düzenini yerli yerine oturtamadıysak bunda Kürt sorununun çözümsüz kalmasının çok büyük bir rolü var.

Demirtaş'ın açıklaması önemli, PKK silah bırakmalı

Erdoğan’ın yeni bir çözüm süreci başlatma olasılığı var mı sizce?

Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümü konusunda hiçbir inandırıcılığı, hiçbir güvenilirliği kalmamıştır. Son dönemde çözüm süreci ile birlikte bu şansını kaybetti. Ve Türkiye’yi yeniden savaş yoluna soktu. Kürtlere söyleyeceği hiçbir şey kalmamıştır Erdoğan’ın.

İşin başında, başlarken Erdoğan çok desteklendi bu konuda. Ben de destekledim ama Erdoğan’ın bu konuda çok dar görüşlü olduğu ortaya çıktı. Kürt sorununa sadece bir af sorunu gibi baktı. Bu konuda bir donanımı da yoktu. Sonunda bu süreç başladığı vakit oy kaybettiğini de görünce masaya tekmeyi vurdu ve devletin güvenlik ve savaş politikalarına döndü. Ama bundan sonra Kürt sorununa çözüm yolu açılacaksa bir tarafta siyasi liderlerinin kararlı olması, diğer tarafta dağın, PKK’nın, İmralı’nın da tavrı önemlidir.

Selahattin Demirtaş, ‘Erdoğan gittikten sonra PKK’nın silah bırakması için elimizden geleni yapacağız’ dedi. Çok doğru bir çıkıştı bu. PKK’nın silah bırakması gerekir. Bu konuda yol alması gerekir.

Siz aday olduktan sonra sosyal medyada daha önce Kürt sorununda devletçi bakış açısıyla yazdığınız yazılar paylaşıldı. Kürt sorununa bakış açısınız yıllar içinde nasıl değişti?

Şöyle bir düşün: Türkiye’de hangi sorununu doğru dürüst biliyorduk? Ben 1969 yılında gazeteciliğe başladım. 4 yıl Mülkiye’de okudum, yurtdışına gittim, geldim, gazetecilik yaptım. Bütün bu yılar içinde Kürt sorununu bilmiyordum. Ermeni meselesini, 1915 Ermeni tehcirini bilmiyordum. Bunların hiçbiri bize öğretilmedi, Mülkiye’de okumamıza rağmen. Bu konuda cahildik. Yaşayarak öğrenmeye başladık. 54 yıl yazı yazdım. Bu konuyu öğrenmem de yazı yazmaya başlamamdan sonra başladı. Kürt sorununu kitaplardan öğrenmedim, Kürt sorununu Kürtlerin arasında dolaşarak, yurtdışında dolaşarak, Kandil’e çıkarak, Bekaa’ya giderek, Kuzey Irak’ta, Suriye’de görüşerek, temas ederek dokunarak öğrendim. Bu öğrenme süreci içinde görüşlerim tabii değişti. Benim ilk kitabım 2005’de ‘Kürtler’ diye çıkmıştı. Kitap çıkmadan önceki yazılarıma baktım, sonra kitabıma baktım, sonraki gelişmelere baktığım vakit, sonraki baskılarda önsüz yazmışımdır. Önsözlerde Kürt sorununa bakışımın nasıl değiştiğini anlattım. Yine değişiyor. Bundan kastım şu: Dağın yolu nasıl açıldı Türkiye’de? Dağda savaş neden başladı? Neden silahı alıp birtakım Kürt gençleri ‘gerilla’ olarak ya da devletin deyişi ile ‘terörist’ olarak dağa çıktılar. Bunun nedenlerine baktığım vakit ta Cumhuriyet’in kuruluşuna gidiyor. Bunu kavramak, anlatmak zaman alıyor.

Çözüm sürecinde Cengiz Çandar ile aktif rolümüz vardı

Bugün çözüm sürecinin başlangıcında, Erdoğan döneminde aktif bir rolüm vardı. Cengiz Çandar’ın da vardı… Gidip bu konu ile ilgili hükümet yetkilileri ile konuştuğumuz vakit, hayretler içinde kaldık. Kürt sorununun ABC’sini bile bilmiyorlardı. Resmi klişelerin dışında bir şey bilmiyorlardı. Biz anlattıkça ‘Aa, öyle mi?’ diyorlardı. Şimdi daha iyi bir noktadayız, herkes öğrenmeye başladı. Biz de öğrenmeye başladık. Benim de başlangıçtaki noktam yıllar içinde değişti. Bundan dolayı kimse kimseyi suçlamasın.

1999’da çıkan “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” kitabınızda sadece içinde bulunduğunuz devrimi darbe yoluyla yapmak isteyen yapıyı değil, 1980 öncesi tüm devrimci yapıları eleştiriyordunuz. Geldiğimiz noktada Yeşil Sol parti içinde devrimci hareketlerin kurduğu yasal partiler var. Bir ilginç buluşma oldu. Cengiz Çandar, HDP içindeki sol gruplar için ‘dekoratif unsurlar’ dedi. Siz bu bileşime, solun HDP içindeki varlığına ne diyorsunuz?

Ben o kitapta sadece belli bir yolu tutanları eleştiriyordum. O da ‘devrim, değişim namlunun ucundadır’ diyen zihniyeti eleştirdim ben. Bugün de öyle düşünüyorum.

Solun bakış açısını bugün sol diye, senin nitelediğin çizginin bakış açısına tümüyle katılmak durumunda değilim, katılmıyorum da. Ama onların bu düzene karşı çıkışlarını, bu düzenle mücadele etmek istediklerini, daha hakkaniyetli, daha insana yakışır bir düzen kurmak için mücadele etmelerini de isabetli buluyorum. Daha güzel bir dünya için mücadele etmek isteyenlere diyeceğim bir şey yok. Yolları açık olsun. Onların özgürlüğünü de sonuna kadar savunurum. Fakat bu mücadelenin şiddetten ayrı olması gerekiyor. Bunu genel olarak söylüyorum. Bugünkü solun şiddetle bağı olduğuna inanmıyorum zaten.

Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların mücadelelerini doğru buldum

Geçmişte Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların düzene meydan okumalarına sahip çıkmıştım, desteklemiştim. Desteklemediğim, hangi yolla bu yapılacak? Onu eleştirmesem yine aynı yolu tutmak isteyenler olabilirdi, bu yol çıkmazdı. Ama neden mücadelelerini elbette onu doğru buldum ama o saatten sonra, onca yıl sonra yollarını iyi bulduğumu söylemem mümkün değildi. Çünkü genç kuşaklar örnek alıp aynı şeyi yapmak isterlerdi. Yol, demokratik yoldan mücadele vermek ve seçim yoluyla sonuç almak, özgürlükleri, hukuku yine dediğim gibi barışçıl bir yoldan getirmeye çalışmaktır. Bunu o zaman da savundum. İçinden geldiğim darbeci hareketi mahkûm ettim hayatımda…

Türkiye’nin bu hale gelmesinde askeri darbelerin büyük payı var

Bugün darbe geleneğinin ne olduğunu Türkiye’de sergileyen insanlardan biriyim. ‘Asker Sorunu’ diye kitap yazıp, asker siyasetten uzak kalması gerekir dedim. Askerin seçim sandığından çıkan seçilmiş yönetimlere tabi olması gerekir dedim. Ama ne oldu? Geçmişte yapılan askeri darbeler Türkiye’de siyaseti müthiş kutuplaştırdı. Bu kutuplaşmalar sonunda herkes o darbelerle birlikte birleşmedi birbirine düştü. O kutuplaşmanın yarattığı boşlukta da Türkiye’yi bugüne getiren siyasi hareket doğdu. Yüzünü Doğu’ya çeviren ve yüzünü İslamcı, Talibancı düzene açan bir yönetim doğdu. Türkiye’yi krizler ülkesi haline getirdi. Türkiye’nin buraya gelmesinde askeri darbelerin, antidemokratik yönetimlerin büyük bir payı vardır.

Erdoğan’ın sivil darbesine de karşı çıktım

Geçmişte askeri darbeler dönemi vardı, Erdoğan’la birlikte sivil darbeler dönemi başladı. Ne yapıp edip bu darbeler dönemini tarihe gömmemiz gerekiyor. Bunu yok sayarak demokrasiyi nasıl inşa edebiliriz? Bunu yok etme yolu demokrasiyi bütün kurum ve kuralları ile inşa etmektir. O zaman herkes istediğini savunsun. Şiddete zora başvurmasın. Benim hep söylediğim uzlaşma ruhu bu… Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde demokrasi ittifakı yapılması bu yüzden önemli. Bunun içine HDP’nin, Yeşil Sol Parti’nin katılmış olması olağanüstü önemli. O zaman biz oturup bütün sorunlarla ilgili konuşarak Türkiye’nin önünü açacağız.

O yüzden ben ‘Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım’ kitabının önemli olduğu kanısındayım. Türkiye’de silahın çözüm yolu olduğuna inanmıyorum. İktidar namlunun ucunda değildir, iktidar oy’un ucundadır, seçimle gelir. 14 Mayıs akşamı Türkiye halkları ve seçmenleri bunu gerçekleştirecek. Türkiye’yi krizler ülkesi haline getiren Erdoğan’dan kurtulacağız.

AKP’yi doğru yaptığında destekledim, yanlış yaptığında eleştirdim

Yetmez ama evet sorularından sıkılmışsınızdır ama sormadan geçemeyeceğim. Şu yönünü sormak istiyorum: Siz o dönem AKP’ye kuşkuları dile getiren herkesi bir kategoriye sokup görmezden gelmediniz mi? Çünkü o itirazları dile getirenler salt AKP’yi anti demokratik yollarla bertaraf etmeliyiz diyenler değildi. Kürt hareketinden de solculardan da geliyordu bu eleştiriler. Toptancı yaklaştığınızı düşünüyor musunuz?

AKP’ye kuşkuyla bakanlar içinde de ayrımlar vardı. Bir kısmı tümden yok edilsin ediyordu. Bu Müslümanlar’dan iyi bir şey bekleyemezsiniz deyip tümüyle reddediyorlardı.

Müslüman değil de İslamcı diyenler olmuştu…

İslamcı ya da Müslümanlar… Bu İslamcılardan bir şey çıkmaz deyip tümden reddedenler vardı. Bir kısmı kuşkuyla yaklaşıyordu. Ben AKP’ye hiçbir zaman böyle siyah-beyaz, kategorik destek vermedim. Doğru bulduklarımı destekledim, doğru bulmadıklarımı eleştirdim. Benim değerlerime yakın oldukları zaman destekledim, benim değerlerime aykırı davrandıklarında eleştirdim. Bu süreçte AKP’yi eleştiren çok yazım vardır. Kitaplarımda da var. Bu siyah-beyaz destek değildi. Ama somut adımlar attıkları vakit, AB, Kıbrıs, Kürt sorunu, ekonomi… Bu konularda attıkları adımları desteklediğim oldu. Ama e-muhtıraya, kapatma davasına karşı çıktım. Bir demokrat isen yüzde 47 almış bir partinin kapatılmasına karşı çıkmak zorundasın. Darbe tertipleri olduğu zaman, Özden Örnek günlükleri, Mustafa Balbay günlüklerini saydığın vakit görüyorsun. Gözlerimizin önünde cereyan etti. Türkiye’de yüzde 47 oy almış bir partiyi kapatmak için Cumhuriyet mitingleri yapıldı, çok masum şeyler değildi.

AKP hakkında 10 küsur yıldır olumlu tek satır yazmadım. Benim kadar sert eleştiren de az kişi vardır.

Fethullahçıları HSYK’da hakim kılan Anayasa değişikliği maddesini AYM’nin iptal etmesiydi

Anayasa değişikliği teklifi Avrupa Konseyi Venedik Komisyonuna götürüldü. Komisyon ‘evet AB’nin demokratik değerlerine uygun bir Anayasa değişikliği teklifidir’ dedi.

Ayrıntıya girmiyorum ama en önemli şey de HSYK’nın seçim tabanını genişletti. Fakat ne oldu? Bu yasa çıktı. Ben de yetmez ama evet diyerek oyumu verdim. O yasa çıktıktan sonra AYM’ye götürüldü. En kritik madde bozuldu. En kritik madde bozulmasa o HSYK’nın yapısını olduğu gibi değiştiren, iktidara ve Fethullahçılara oraya hâkim kılan zihniyetin başarısı yoktu. Bu ince noktaları unutarak ‘yetmez ama evet’ diyebilirsin. Ama insaf!

15 Temmuz burada Fethullahçıların bu korkunç darbe girişiminde payı büyüktür. Sadece Fethullahçıların değil başkalarının da payı var ama onları bilmiyoruz. Peki, bunun yanı sıra şunu düşünmemiz lazım: Ne yapacağız burada şimdi?

Erdoğan Allah’ın bir lütfu dedi darbe teşebbüsü için. Çünkü muhalefeti temizlemeye başladı, sadece Fethullahçıları değil. Bir yerde tek adam rejimini oturttu. Askeri darbeyi engellerken kendi sivil darbesini gerçekleştirmeye başladı.

Darbe girişimi gecesi ben darbeye karşıyım diye yazımı yazdım, tweetlerimi attım. Sabaha karşı ikinci bir yazı yazdım, ‘dikkat edin Erdoğan kendi sivil darbesi için düğmeye bastı’ dedim. Demokratsanız, Fethullahçıların darbe teşebbüsüne karşı iseniz, Erdoğan’ın sivil darbesine de karşı çıkmanız gerekir dedim. Birine karşı çıkıp öbürüne susarsanız bunun demokrasiyle ilgisi yoktur dedim. Zaman içinde bu ayrıntılar unutuluyor. Erdoğan’ın sivil darbe girişimi unutulup gidiyor.

Ergenekon ve Balyoz sadece Fethullahçı komplosundan ibaret değildi

Fethullahçılar sayesinde Türkiye’de yaşanmış olan darbeler de unutuldu. Türkiye’de askeri darbe geleneği neredeyse yok oldu. Sanki ne Balyoz vardı ne Ergenekon vardı, hepsi unutuldu. Doğrudur, Fethullahçıların bu işi sulandıran, tamamen kendi şeylerine sokan birtakım tertipleri vardı, bunları görmek lazım. Ama Ergenekon olsun Balyoz olsun sadece bir Fethullahçı komplosundan ibaret değildi. Böyle düşünürsek sanki 28 Şubat olmamış, 28 Şubat komutanları sivil hükümete karşı darbe tertipleri yapmamışlar, pir-û pak tertemiz her şey… Her şeyi Fethullahçılara yık… Fethullahçılar suçsuz mu, hayır, sonuna kadar suç işlediler. Ama bu öbür tarafın pir-û pak olduğunu göstermez. Bu ikisini birlikte görmemiz lazım.

Yetmez ama evetçilere küfredeceğine…

Bir avuç yetmez ama evetçi idik. Bir avuç insan mı getirdi Erdoğan’ı iktidara? Seçimi bir avuç insan mı yaptı? Bunun bir defa herhangi bir dayanağı yok, sakin düşündüğün vakit. Öbür tarafta belli bir kesim var. Bu kesimi ulusalcı, milliyetçi filan diye de tarif etmek de istemiyorum. Ama bu kesim demokrasiden hazzetmiyor. Liberal sözcüğünü küfür olarak görüyor. Batıdaki kadar özgürlük düzenini, demokrasi düzenini istemiyorlar. Sen yetmez ama evetçilere karşı çıkıp küfür edeceğine bu enerjini Erdoğan’a karşı mücadeleye ver. Demokrasi için mücadeleye ver. Kürt meselesinin çözümü için mücadeleye ver. Bunu iyi görmek lazım. Gayet serinkanlı düşünmek lazım. O zaman gel konuşalım; ben sana anayasa değişikliği içinde çok ince bir noktayı anlattım. Bunu çok az insan biliyor.

Yetmez ama evet dedim, ne güzel oldu iddiasında değilim

Yetmez ama evet dedim ama ne güzel oldu iddiasında değilim, ama benim gibi düşünenlere küfür edenler öyle bir zihniyette ki… Son tahlilde ortaya bir sandık koyacağız kim çıkarsa o olacak. AKP çıkarsa olmayacak, yüzde 47 alsa bile kapatma davası açacağım… Seçime gidiliyor, hayır orduya muhtıra ver diyeceksin, muhtıra verilince de çok mutlu olacaksın. Ordu göreve diye meydanlara çıkacaksın. Böyle demokrasi olur mu? Şunu yapalım; oyumuzu koruyalım.

Ahmet Şık’la yarışmak güzel bir şey

Seçim bölgenizde TİP’in adayı, meslektaşınız Ahmet Şık ile yarışacaksınız…

Ahmet Şık benim meslektaşım. O da gazetecilikten geliyor. Kendisini severim. Son derece yürekli cesur bir insandır. Türkiye’de özgürlük ve demokrasiyi savunur. Bazı, ‘bu olmaz’ dediğim tavırların da sahibi oldu ama her zaman özgürlüklerin yanında duran bir arkadaşımdır. Onunla mücadele etmek güzel bir şey, kim kazanırsa kazansın…. Bunu hiç şey yapmıyorum. Biz mücadele ederiz, yarın yine oturup doğru şeyleri birlikte yeniden savunuruz. Ya da aynı masaya oturup Türkiye’nin zor sorunlarını çözmeye çalışırız, hatta bağırıp çağırırız birbirimize -Ahmet Şık da heyecanlıdır, ben o kadar bağırıp çağıramam- ama nihayet uzlaşmaya varmak zorundayız. Ahmet’in de yolu açık olsun.

Bazı arkadaşlarım frağa “burjuva işi” diye karşı çıktı

Seçilirseniz Meclis Başkanı olarak ilk oturumu açarken frak giyeceğim demiştiniz, nasıl tepkiler aldınız?

Bazı arkadaşlarım karşı çıktılar, bunu bir burjuva işi olarak gördüler, sola aykırı dediler. Frak Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan kaynaklanan bir gelenek. Cumhuriyet’in kuruluşunu, Atatürk’ü çok önemseyen bir insanım. Eleştirilerim elbette var, Cumhuriyet’in kuruluşundaki bazı yanlışlara dönük. Aynı şekilde Atatürk’e de var. Ama bu Atatürk’ün devrimci eylemini, yani Cumhuriyet’in kuruluşunu küçümsemek değildir. Son derece önemsemektir. Ben de bu yanını vurgulamak için frak giyeceğim.

Frak giymemin bir başka yanı daha var: Bunu mecburi olmaktan çıkaran Tayyip Erdoğan’dır. O yüzden hem cumhuriyetçi geleneği devam ettirmek için hem bunun için açılışı ben yaparsam giyeceğim frakı…

Bu meselede ilginç bir durum daha var. Kökleri Cumhuriyet’in kuruluşuna giden Kürt sorununu çözmek iddiasındaki bir partinin milletvekili olarak giyeceksiniz frağı…

Kürt sorunun ortaya çıkışında, Cumhuriyetin kuruluşunda atılan bazı yanlış adımlar vardır. Bunlar bugün de duruyor. Kürt sorunu ile birlikte demokrasi ve hukuk devletinin yerli yerine oturmamasında da kuruluş dönemindeki bazı yanlışlar rol oynamıştır. Ama şunu unutmayalım: Cumhuriyetin kuruluşu devrimci bir eylemdir. Cumhuriyet’in kuruluşu ve temel kurumları olmasaydı, öyle bir temel olmasaydı bugün demokrasiden bu kadar şey söz edemezdik. Bir takım üçüncü dünya ülkelerine, Arap ülkelerine, Müslüman ülkelerine bakın, orada Atatürk gibi bir temel atılamadığı için demokrasiden doğru dürüst söz edilemiyor. Ama öyle bir cumhuriyet temeli atıldı ki İsviçre’den medeni kanunu, Almanya’dan ticaret kanunu, Fransa’dan idare hukukunu getirdiler. Batı’yı örnek aldılar. Yüzleri batıya dönük yeni bir rejim inşa ettiler. Yüzleri Batı’ya dönük olmasaydı biz bugün demokrasiden söz edebilir miydik? Demokrasi, Doğu’nun eseri mi, demokrasi İslamiyet’in eseri mi, Sovyetler’in eseri mi? Hayır. Cumhuriyet rejiminin temel kurumları ve Atatürk ayakta ama Lenin ve Sovyet rejimi tarih oldu gitti. Onun için Atatürk döneminde yapılan yanlışları elbette göreceğiz ama sakın ola Atatürk dönemini kimse küçümsemesin.

Politika