Sandıktan gelen müjdeli ses: 'Sana iki çift lafım var'

Sandıktan gelen müjdeli ses: 'Sana iki çift lafım var'
Sahne aynen yaşanıyor, halk olarak diyoruz ki: “Paran var, pulun var, her şeyin var, binlerce kişi çalışıyor emrinde Yakışır mı sana ekmekle oynamak, yakışır mı bunca gühahsızı, çoluğu, çocuğu karda, kışta sokağa atmak, aç bırakmak?...Yıkamayacaksın bizi, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin.”

BASRİ ÖZGÜR


Kısa Dalga genel yayın yönetmeninin kışkırtması ile (yazsana seçim hk demişti iki-üç hafta önce, provokasyona ancak geldim) bu yazıyı yazıyorum. Dolayısıyla yazıdaki bütün eksik, kusur, hataları ona sorabilirsiniz. Varsa, olursa, bütün başarısı bana aittir.

Baştan müjdeyi vereyim, geçen seneki seçimden farklı olarak bu sefer iktidar kaybedecek. Tahmin yahu, geçen sene tutturmuştum, bu sene de tutturursam, kahve falcılığına başlarım. Olmazsa, seçim zamanları gevezelik etmekten ibaret olan aktif siyaset hayatımı, evet noktalarım. Teoman kadar kararlıyım

Seçimin doğrudan sonuçları, yani kimin seçildiği bizler, yani halk için aslında önemli değil. Hayır, “belediyelerdeki rantı, (ekonomik ve politik programları arasında anlamlı hiçbir fark olmayan) A değil de B götürse ne fark eder halk için” diye gerekçelendirmiyorum. Bu da bizim muhatap olduğumuz, maruz kaldığımız gerçeğimiz evet ama halkın hayatı için asıl tayin edici olan, siyasete dair her şeyde olduğu gibi, seçimlerin de ‘iktidar ilişkileri’ndeki yeri ve etkisi. Bu yönüyle, iktidar ya da muhalefetten seçilecek olanlar (bir istisna ile) halkın lehine anlamlı bir değişim yaratmayacak. Yani kim seçilirse seçilsin, mala davara faydası olacak mı, yok.

Peki o halde, AKP-MHP ittifakının yenilgisinin mala davara faydesı olur mu? Olsun be yav, müttefikler yenildiği için bu kez de biz yenmiş sayılalım olmaz mı? Bence olur, olacak.

Sen mi büyüksün, hayır ben büyüğüm!

Sahne aynen yaşanıyor, halk olarak diyoruz ki: “Paran var, pulun var, her şeyin var, binlerce kişi çalışıyor emrinde Yakışır mı sana ekmekle oynamak, yakışır mı bunca gühahsızı, çoluğu, çocuğu karda, kışta sokağa atmak, aç bırakmak?...Yıkamayacaksın bizi, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin.”

Peki kime diyoruz bu Yaşar usta repliğini? Ona baş eğmeyeceğimizi kararlı bir şekilde ortaya koyduğumuz o patron kim? Bu seçimin kaybedeni AKP-MHP iktidarı olacak evet ama biz bunu aslında iktidarla birlikte, özünde ondan farklı olmayan muhalefete de diyoruz. Vallahi diyoruz. İnanmayan dönüp baksın, sırf şu son on yıl yeter, Gezi direnişinden başlatırsak 11 yıl. İktidarın karşısındaydık ama muhalefet de yanımızda değildi, gerçek anlamda, hiç olmadı.

Bu iktidarın, iktidar olurken belli eşikleri aşmasıyla birlikte iki şey ortaya çıktı. Birisi iktidarın haktan, hukuktan hızla uzaklaşması, despotluğu ve yozluğu devralıp kuşanması ve bunun karşısında, halkın pasif direnişi. Bu direniş, toplumsal bütün ilişkilerde aslında bir şekilde işliyor ama en somut gösterge seçimler.

İktidar, ne yaparsa yapsın, her türlü araç ve imkanı kullanarak (ve geçmişten bugüne doğru hukuki ya da ahlaki hiç bir sınır tanımadan) abansa da, bir yüzde elliyi hep karşısında buldu. (Bunun, açığa çıkan oran olduğunu biliyoruz.) Ne yaptı etti ama bu yüzde elliyi dağıtamadı. Bakın geriye doğru, neler denedi, nelerle yüklendi ama bir yüzde elli karşısına hep çıktı. Hani yandık, bittik diye ümitsizliğe kapılanlar var ya, ne bitmesi, müthiş bir şey bu aslında.

Burada müthiş olan, gerçekten müthiş olan yüzde ellinin karşı duruşu değil, nasıl ve neye rağmen durduğu: Bu irade kendiliğinden, partisiz, lidersiz haliyle böyle. Mevcut muhalefet, nitelik ve programı ile iktidardan bir gram iyi olmaması bir yana, halkın bir şekilde kendi haklarını savunabilmesi ya da bunun için örgütlenmesinin de önünde engel. Bu engelin aşıldığı gün, ah işte o gün…

Okçular tepesindeki 800 bin kişi

Aynı sahnede “…bizler birbirimizi seviyoruz, biz bir aileyiz, güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?“ diyor ya (teşbih de hata olmaz) işte bunu da diyoruz aslında. Son dönemde bunu daha çok iktidar yapsa da, muhalefetle çıkar ortaklığı olan bir konu bu: halkın arasına nifak sokacak şekilde farklılıkların yabancılığa ve hatta düşmanca duygu ve düşüncelere dönüştürülmesi; tepede onlar işlerini görürken altta bizlerin hak-hukuk filan dahi unutarak birbirimize karşı kurulmamız.

Her zaman değilse de, bazen bu oyunu bozabiliyoruz ya, işte buradan güç almalı ve bunu çoğaltmalıyız. Okçular tepesi hikayesinde, savaşın (toplumsal mücadelenin diyelim benzetme için) seyri ne olursa olsun terk edilmemesi gereken bir mevzii söz konusudur. Bu iktidar maalesef kendi macerasında hak-adalet namına hiç bir değer bırakmadan (en son mesela Gazze istismarı çok ama çok acı değil mi) savrulup bütün mevzileri terk ederken, iki taraf arasında gönlü iktidara düşen yüzbinlerce insan, irade gaspına hayır kabul etmiyorum demedi mi geçenki İstanbul seçiminde? Dedi. Peki bunu (iktidardan-muhalefetten) hangi siyasetçi değerlendirdi, kendisinde ve siyasetindeki tıkanıklığı aşmak için bir sorgulama vesilesi yaptı? Görmedik.

İşte bu çok önemli gerçek, halka, bizlere, iktidarı-muhalefetiyle tepedekilere haklı güvensizliğimizin yanına halka, birbirimize biraz daha güven geliştirmemize yardımcı olacaktır. Çünkü güven, sadece güvenilen ile değil güvenen ile de ilgilidir. Güvenmek, güvenin yollarını döşer.

Peki ya Kürdün iradesinin gaspı!

Kayyımlara hayır dedik mi? Demedik. Kürtler kendileri bile diyemediler, hani bu hafifletse de bizi aklamaz. Bunun muhasebesi başka konu. Tabii herkes kendi işini aslen kendisi görür ve Kürtler de zaten öyle yapıyor. Tanıklığı bile heyecan uyandıran bir mücadeleyle. Bu seçimlerde de mesela, bir toparlanma yaşadıkları ortada, yedikleri onca darbeden sonra. Tabii doğru anlaşılmıyorlar;(1) eğer birini dert etmiyorsan onu nasıl ve neden anlayasın ki. Ve maalesef Kürt olmayan memleket insanı, Kürt olana el uzatmıyor. Halbuki o el kendisi için belki de daha çok kazandıracak. Düşünün, seçim mevzusuna böyle izahatle giriyorum. Bir kısım okur ne sayıklıyon sen kardeş, terör ve bölücülüğün alemi yok diyecek. Seçimlerde de bakış bu.

Doğrudan düşmanlık etmeyenler ise şöyle bakıyorlar. Memleketin hayırsız ekseninin “sol”u ile zehirlenmiş olanlar diyor ki, niye aday çıkarıyor, AKP’nin işine yarar. (Tabii Kürtler senin işine gelen muhalefeti yapmalı!) Sağın zehirini yutmuş olanlar ise, açıktan diyemeseler de (sağcı bile olsa insan utanıyor tabii!) aman AKP’ye kaybettirmesin peşinde. Her ikisinin de Dem Partinin akıbeti umurlarında değil.

Yukarıda, kimin kazandığı hikaye, bir istisna ile demiştim. İşte o istisna, geçen seçimde HDP’nin aldığı (ve sonra gasp edilen) yerleri Dem Parti’nin kazanması. Bir kez daha kayyım atamanın ekonomik/politik/sosyal maliyeti iktidar için artık daha da arttığı için, hiç değilse bazılarını seçimde almak için az oy farkı olan yerlere toplam 50 bin “seçmen” kaydırdı.

Kürt hareketi ülkenin temel bir toplumsal/siyasal aktörü ve gerçeği olduğu Meclis’te yer almaya başladığı 90’lardan bugüne kapatılan nice partinin yaşadığını, yaşıyor. İki temel siyasal/sosyal sorun alanı ve bazen birbirleriyle çelişen iki siyasi strateji ve bazen bunun taktik izdüşümleri. Örneğin bugün taktik planda hem gasp edilen belediyelerini geri alacak, hem de AKP-MHP iktidarına kaybettirecek.

Demirtaş ve diğerlerinin Erdoğan’ın muhataplığından bahsetmesinde hiç bir çelişki yok. “Mühür kimdeyse Süleyman odur” denir. Dem Parti, bunu derken hem bir gerçekliğe işaret ediyor ve asıl önemlisi iktidara sorumluluğunu hatırlatıyor. Ve tabii ki bu seçimlerde de faturayı sorumluya kesiyor… Kürtlerin önündeki yol zor olduğu gibi hiçbir zaman dümdüz de olmadı, hep çelişkiler, gerilimler oldu. Yine de bir şekilde baş ediyorlar.

Mesela İstanbul’da, hem AKP-MHP adayına kaybettirecek kadar rakibi adaya oy verecekler, hem de kendi adaylarına İYİP’in ve ZP’ninki kadar oyu ayıracaklar. Valla Kürt siyasetinin bu ustalığını (takip edenler zaten biliyor) bilmeyenler şaşırarak görecek.

Bu arada İstanbul’da Dem’in oyunun birkaç puan az ya da çok olmasının değil ama gasp edilen belediyelerini yeniden almasıyla gücünü ortaya koyabileceği ortada olmasına rağmen, tabii ki iktidarın istediği ve desteklediği gibi, İstanbul’da AKP-MHP’nin rakibine oy verilmemesi için uğraşanlar da var. Nasıl ki Dem içinde ve çevresinde “solculuk” zehirinden muzdarip olanlar Dem’in stratejisini, her ikisini bir arada yapmasını kabul edemiyor ve bütünüyle AKP-MHP’ye kaybettirmeye odaklanmasını istiyorsa, “sağcılık” zehirinden kurtulamayanlar ise AKP-MHP’ye kaybettirmemesini istiyor. Tabii DEM’in bu usta siyasetine, karşı çıkışların hepsi böyle ideolojik arazlardan değil, birtakim menfaatler de pekala motivasyon unsuru olabilir. AKP-MHP’ye kaybettirmesinler diyenlerden, bunu sadece iktidar için isteyen görevliler de var tabii. Hatta, Kürtleri kandırayım diye, “bu seçimde DEM’in İstanbul'daki oy oranı çok önemli hatta ben de Dem Parti’ye oy verecem diyen boktan bir herif gördüm. Yani, önemli görsen AKP’ye oy veren Kürtlere çağrı yaparsın değil mi. Tabii oradaki çakallığın ardında, seçim sonrası da iş görecek bir itibar kotarma hevesi var bir de.

Tahminimin dayanağı…

Güncel değil genel bir değerlendirme yaparsak, halk siyasetçilerden daha rasyonel davranıyor çoğu zaman. Genel seçimde "boş tenceresiyle bile gitti iktidara oy verdi, pes artık" dediler ya muhalifler, yahu hem tencere kötü de olsa pekala kaynıyordu ve asıl, senin bile gerçek bir güven duygusuna sahip olmadığın muhaletin kazanmasını gönlü “karşı taraf”ta olan insanların isteyebileceğini beklemek iş mi yani!

Ama şimdi durum, bu zamana kadar iktidara oy vermiş insan için de, bir kısmı için hiç değilse, farklı! Bu, bir yerel seçim ve ona göre değer biçiyor. Ayrıca iktidara çaresizlikten bağladığı umutlar da düştüğü sularda dağıldığı için sarı kartı elbette yapıştıracak. Belediye başkan adaylarının emekliye üç bin - beş bin lira vereceğiz demesine, yetmez ama evet diye bir kısım solcuyu/sosyalisti bile koşturacak liberal bir duman da olmayınca siyasi iklimde, halk gereğini yapacak diye düşünüyorum. Yani sadece İstanbul değil, mesela Bursa’yı da kaybedecekse iktidar, ya da Eskişehir’i alamayacaksa işte bundan alamayacak.

Seçim yarın şöyle ya da böyle geçecek. Ama bizim mevzumuz asıl ondan sonra başlıyor. Baksanıza Mehmet Şimşek “fakir iftarı twitlerini” bile sildi, 1 Nisan'dan sonra fakirin kendisini silecek anlaşılan. Seçim popülizmini bile yapamadıysa, bizi reis bile alamaz elinden :) Kemerleri, ipi, kuşağı artık ne varsa, sıkı bağlayalım fakirler!

1 Memleketin komünisti, feministi (her ikisinin de bir kısmı) vd. bir avuç hak ehli insan evet Kürdü dinliyor, anlamaya ve yanında olmaya çalışıyor. İnkar etmeyelim ama bu, maalesef resmin genelini değiştirmeye yetecek sonuçlar üretmekten epey uzak. Dolayısıyla yukarıda bahsi gerekmezdi, etmedim.

Konuk Yazar