DEM Parti Ankara eşbaşkan adayı Türkdoğan: Devlet organize bir şekilde suç işliyor

DEM Parti Ankara eşbaşkan adayı Türkdoğan: Devlet organize bir şekilde suç işliyor
DEM Parti'nin Gülten Kışanak ile birlikte Ankara Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı Öztürk Türkdoğan, Zor Soru'da Kemal Göktaş'ın sorularını yanıtlıyor. Uzun yıllar İHD Genel Başkanlığı görevini yürüten Türkdoğan, Kürt sorununda yeni çözüm arayışlarını, CHP'li Burcu Köksal ve Tanju Özcan'ın açıklamalarının parti tabanında yaptığı etkiyi, Mansur Yavaş belediyeciliğine yönelik oluşturulan algıyı ve Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan seçmen kaydırmaları anlatıyor.

ZOR SORU'YU DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN


Zor Soru'da seçim konuşmalarımız devam ediyor. DEM Parti Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Öztürk Türkdoğan'la birlikteyiz. Öztürk Bey hoş geldiniz.

Hoş bulduk. Tabii, eş başkan adayıyım ben.

Evet, evet. Gülten Kışanak da Ankara'da diğer eş başkan adayı. O da tabii cezaevinden kampanya yürütmeye çalışıyor. Birtakım engellemeler vardı. Onlar aşıldı mı? Gülten Hanım'a fotoğraf çektirmesine bile izin verilmemişti en son.

Yani sadece başlangıçta bir fotoğrafı vardı ama kampanya için kullanacağı fotoğraflara izin verilmemişti. Gerçi kendisini cuma günü gidip ziyaret edeceğim. Arkadaşlar düzenini ziyaret ediyorlar, mesajları geliyor. Halk toplantılarında mesajlarını okuyoruz ama sadece Gülten arkadaşımıza yönelik engelleme değil. Ankara'da gözaltı operasyonları hiç bitmiyor. Partimizin bileşenlerine, partimizin gençlik yapısına, kadın yapısına yönelik gözaltılar da bu arada sürekli yapılıyor ve aslında ilginç bir durumda da karşı karşıya.

Bu her seçim döneminde tekrar edegelen bir şey. Rutin, olağan şüpheli halinde HDP'lilerin, Dem Partililerin üzerine gidiliyor seçimlerden önce. Pek de yankı bulmuyor. İşin enteresan yönü o. Yani bu kadar CHP'li gözaltına alınmış olsa epey bir tantana kopardı.

Ben biliyorsunuz partinin aynı zamanda Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu'ndan sorumlu eş genel başkan yardımcısıyım. Geçen yıl İnsan Hakları Haftası'nda bir rapor açıkladık. Sadece son 8 yılda gözaltı sayısı 20 binin üzerinde. Tutuklu sayısı tespit edebildiğimiz kadarıyla 5 bine yakın. Aralık’tan itibaren da eklersek bine yakın gözaltı, 100'ün üzerinde de tutuklama oldu.

Bunlar parti üyesi olan insanlar mı?

Tabii. Parti, yani bizim partimiz ve partinin bileşenleri partilere üye olan insanlar. Yani normal değil bu. O baskı kesintisiz bir şekilde devam ediyor.

Peki kampanyanız nasıl gidiyor? Şöyle ilginç bir nokta var. Ankara'da favori gösterilen ya da birbiriyle yarışan iki ülkücü kökenli aday var. Mansur Yavaş ve Turgut Altınok. Siz bu iki ülkücü ile nasıl yarışıyorsunuz?

Halk toplantılarında, seçim ofisleri açılışında katıldığım bütün etkinliklerde şunu söylüyorum. Yani sol sosyalist, sosyal demokrasi seçenek arıyorsanız o da biziz. Gülten Kışanak ve Öztürk Türkdoğan, Dem Parti adayları. Çünkü çok açık bir şekilde seçim beyanlarımızda bütün bunları anlatıyoruz. Parti programımızda, parti tüzüğümüzde ilkelerimiz belli. Her ikimiz bakımında da dünya görüşümüz, yaşantımız, geçmişimiz belli. Dolayısıyla biz Ankara'ya gerçek bir seçenek sunuyoruz aslında.

Peki Mansur Yavaş'ın belediye başkanlığını nasıl buluyorsunuz? Şunun için soruyorum. Çünkü iyi bir belediye başkanı olduğu yolunda yaygın bir kanaat var. Ama bu kanaatler bazen de algılarla oluşuyor.


Ya bence şöyle bir algı oluştu. Tabii Melih Gökçek'ten sonra Mansur Yavaş gelmesi aslında ona bir artı olarak Ankaralılar tarafından değerlendirildi. Çünkü Ankara'nın ekonomik kaynakları Melih Gökçek zamanında inanılmaz bir şekilde savurganca kullanılıyordu. Benim görebildiğim kadarıyla, ben yıllardır Ankara'da yaşıyorum, Mansur Yavaş aslında bazı noktalarda standart belediyecilik yapıyor. Mansur Yavaş belediyeciliği gibi hiçbir anlamı olmayan, hiçbir karşılığı olmayan kavramlarla yani algı operasyonuyla bir süreç yürütülüyor. Bu çok ilginç. Başarılı belediyecilik nedir? Musluktan su içiyorsanız bu başarılı belediyeciliktir. Ankara'nın üzerindeki gri bulut yok olursa, yani hava kirliliği sorunu çözülürse bu başarılı belediyeciliktir. Ankara'da sabah işe giderken ve akşam işten gelirken trafiğe yakalanmazsanız rahat bir şekilde gidip gelirseniz veya alternatif ulaşım araçları sizi her tarafa götürebilirse, toplu ulaşım araçları, bu başarılı belediyeciliktir. Ankara'da konut noktasında, konut edinme noktasında, arsa temin etme noktasında size alternatifler sunulabiliyorsa bu başarılı belediyeciliktir. Yine yaşam biraz daha kolaylaştırılabiliyorsa bu başarılıdır ve elbette ki yine de kent bilinci ve kent halkları bilinci geliştirilmişse bu başarılı belediyecilik. Şimdi bunlar yoksa buna pek ben başarılı belediyecilik diyemem. Çünkü bu temel sorunlar devam ediyor. Yani bir kentin eskimiş, yıpranmış, su borularını değiştirmek veya işte belirli hizmetlerinin devamını sağlamak hani nasıl başarılı belediyecilik diye sunuluyor gerçekten anlayabilmiş değilim.

Yerel yönetimlerin yetkileri olsaydı depremde daha az insan ölürdü

Sizin alternatif yönetim anlayışınız nasıl? Yani siz nasıl bir belediyecilik vaat ediyorsunuz?

Tam da aslında biz bu kampanyada biraz bunu konuşmak istiyoruz. Yani DEM Parti'nin yerel yönetim anlayışı çok açık. Biz adem-i merkeziyetçi bir yönetim modeli öneriyoruz. Yani yerel yönetimlerin idari, mali ve siyasi açıdan özerkliğini savunuyoruz. Ve Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartının çekinceli maddelerinin de kaldırılarak olduğu gibi uygulanmasını savunuyoruz. Şimdi bakın bu çok sorunlu. Hep Maraş depremlerini örnekleyerek anlatıyorum. Maraş depremlerinde 50 binden fazla insanımızı kaybettik. Hala onun acısını yaşıyoruz. O bölgede yani 10-11 il etkilendi. O 11 ildeki yerel yönetimlerin birazcık yetkileri olsaydı, onlar kendileri depreme dirençli kentler oluşturma noktasında inisiyatif alırlardı. Bir olası doğal afet halinde müdahale ederlerdi ve daha fazla insanımızı kurtarabilirdik. Fakat Türkiye'deki kentlerin böyle yetkileri yok. Yani Türkiye'de tam tersi. Her şey merkezde toplanmış. Hatta biliyorsunuz şu anda bu yönetime tek kişiye dayalı otoriter başkanlık modeli diyoruz. Şimdi böyle bir modelin olduğu bir ülkede siz alternatif bir yerel yönetim modeli ortaya koymazsanız ne kadar belediye alırsanız alın. Sonuç itibariyle iktidar bütün ana yetkileri kendisi kullanacak. Yani yerel yönetim anlayışımızı anlatırken bunlara özellikle vurguluyoruz. Ayrıca katılımcılık şimdi birçok belediye başkan adayı inanılmaz vaatlerde bulunuyor. Türkiye'de 16 milyon emekli var. Bunun en az herhalde 8 milyonu asgari emekli aylığı alıyordur, 10 bin TL. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Asgari emekli alanlara ilave aylık vereceğim diye vaatte bulunuyorlar. Belediyelerin görevi bu mu? Böyle bir belediyecilik var mı? Hangi kaynağı, neye kullanacaksın, nasıl kullanacaksın? Kentlere sordun mu? Bu kentte yaşayan insanların görüşünü aldın mı? Katılımcılığın mutlaka ve mutlaka esas alınması gerekiyor. Gençlerle, kadınlarla, farklı farklı gruplarla, o sokakta yaşayan, o mahallede yaşayan insanlarla, o semtte yaşayan insanlarla birlikte bazı şeylerin karar verilmesi gerekiyor. Biz daha çok bir modeli anlatıyoruz ve elbette ki eşit temsiliyet, yani kadın özgürlük anlayışından asla taviz veremeyiz ve burada da tam eşit temsiliyete dayalı bir yönetim modeli öneriyoruz. Yani bizim bu modelimiz üzerinden aslında birçok şeyi konuşabiliriz.


Peki Avrupa Yerel Yönetimleri özellik şartı denildiğinde, bir alerji doğuyor özerkik kelimesinden. Kısaca oradaki özerklikten ne anlaşılması gerekir?


Bakın, Türkiye Avrupa Konseyi'ne üye. Avrupa Konseyi'nin organlarından bir tanesi de Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresidir. Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi, Türkiye'de hem 2016'da atanan kayyımlar hem de daha sonra 2019'da atanan kayyımlardan sonra Türkiye'ye geldi. Türkiye ile ilgili iki kere ayrı ayrı raporlar yazdı ve Türkiye'ye şunu söyledi: Siz çekince koymadığınız maddelerin bile tamamını ihlal etmiş durumdasınız. Yani bir belediyeye kayyım atamak ne demek? Halkın iradesini yok saymak ne demek? Bunlar kesinlikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin kabul ettiği değerlere tamamen aykırıdır. Bundan vazgeçin dedi. Yani Türkiye'de şu anda Avrupa Yerel Yönetim Özellik Şartı'nın çekinceli maddelerini bir kenara bıraktı, onları bile uygulamıyor. Özerklik meselesine gelirsek, yerel yönetimlerin özerkliği, şimdi bu çok geniş bir banttır. Yani idari açıdan özerk yapabilirsiniz, mali açıdan yapabilirsiniz, bazı siyasi konularda karar açısından yapabilirsiniz. Bu, o ülkenin özgünlüğüne göre değişir. Dolayısıyla bu bir kavramdır. Yani bu kavramdan alerji duymalarını gerçekten anlayamıyorum. Çünkü Avrupa'daki bütün ülkelerde var. Almanya'da federasyon modeli var. İngiltere'nin geçirdiği aşamaları biliyorsunuz. Galler bölgesi ayrıdır. İskoç bölgesi ayrıdır. Yine Kuzey İrlanda tamamen bambaşkadır. Keza Fransa'ya geldiğimizde Fransa biliyorsunuz yerel yönetimler yasası çok gelişmiştir. İspanya keza Bask bölgesi vardır. İtalya keza öyledir. Yerel yönetimler anlayışı çok gelişmiştir. Yani Avrupa bunu çoktan aştı aslında. Fakat Türkiye'de özellikle bu tekçi devlet ideolojisini savunanlar, yani bu Cumhur İttifakı'nın savunduğu ideoloji hakim kılınsın diye, işte tek adam yönetimi devam etsin diye her türlü kavramı hemen ötekileştiriyorlar ve oradan bir algı yönetimi yapıyorlar. Halbuki Türkiye'nin şu anda en çok ihtiyacı olan şey Ankara'da merkezde tek bir kişiyle toplanmış olan yetkinin illere, kentlere yayılmasını sağlamaktır. Türkiye bunu sağlamadığı sürece ekonomik kalkınmasını da gerçekleştiremeyecektir. Yani bu öyle sadece siyasi olarak algılanması gereken bir şey değildir. Siz ekonomik olarak bunu başlarsınız. Örneğin çeşitli hizmetlerle, kamu hizmetleriyle bunu devam ettirirsiniz. siyasi meseleyi en sona bırakırsınız. Yani bu aşama aşama uygulanabilecek bir model türüdür. Dolayısıyla bence bunları daha açık konuşmak gerekir. Çünkü bunları her ertelediğimizde Türkiye'nin sorunları daha da büyümektedir.

Kürtler ‘Gelin bu işi Avrupa’nın belirlediği kurallarla çözelim’ diyor

Bakın muhalefetin elindeki belediye başkanları hükümeti eleştirirken ne diyorlar? Çok önemli, çok büyük projeler yaptık. İşte Ankara da imzada bekliyor. İşte Ankara o imzayı verirse kredi alacağız. Halbuki yerel yönetim özellik şartı uyarınca normalde Ankara'nın ya o imzayı vermesi gerekiyor ya da o imzaya gerek duymadan o yerel yönetimin kaynağı temin etmesi gerekiyor. Yani birçok şey aslında ekonomiktir. Ekonomik kalkınmayı sağlamak içindir. İnsani kalkınmayı sağlamak içindir. Ama Türkiye'de bunlar konuşulmaz, hemen meseleyi siyasete getirirler ve işte Kürtler, şu anda bakın, siz sormadan söyleyeyim, şu anda Kürtler tam tersine Türkiye'ye diyor ki, gelin bu sorunu birlik içinde çözelim, gelin bu sorunu demokrasinin ilkeleri çerçevesinde çözelim, gelin bu sorunu Avrupa'nın belirlediği kurallar çerçevesinde çözelim. Şimdi Türkiye bunlardan kaçıyor ısrarla ve bütün ekonomik kaynaklarını çatışmaya ve savaşa harcıyor. İşte 17. ekonomiden gele gele şimdi 23. ekonomiye düştü. Milli gelir bakımından da hiçbir ilerleme yok. Emekli aylıklarına örnek vermiştim. Şu anda asgari ücretin neredeyse yarısı. Yani şimdi böyle bir ülkede yaşanılır mı Allah aşkına?

Sözü Kürt sorununa getirdiniz, ben de soracaktım. Şöyle gelişmeler oldu adaylık başvuruları sürecinde: Denildi ki, DEM Parti AKP ile ya da devlet ile bir şekilde görüşüyor. O görüşmelerde konu olan, mevzu olan şeyler kayyım atama, cezaevindekilerin adil bir yargılama olması ve tecrit gibi bazı maddeler var ortada. Bunlar görüşmelerde bir uzlaşma olmadığı için ya da bu yönde adım atılacağına dair kanaat ortaya çıkmadığı için DEM Parti Başak Demirtaş'ı İstanbul’da aday göstermedi…


Yani şunu ifade edeyim, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü konusunda herhangi bir gizli görüşme yapmaya gerek yok. Bunu zaten açıktan söylüyoruz. Yani bunu sürekli olarak iktidara sesleniyoruz. Diyoruz ki, Kürt sorununun çözümü gerekiyor. Bunun için İmralı Adası'nda tecritte tutulan, Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması gerekiyor. Kayyım uygulamalarından vazgeçmeniz gerekiyor. Kumpas davalarından vazgeçmeniz gerekiyor. Yani Kürtlerle yeniden barış sürecini başlatmanız gerekiyor. Bu zaten Türkiye'de siyaset yapan ve barış siyaseti yürüten herkesin zaten gündeminde var. Bu adaylıklarla ilgili durum şu, bunu da özellikle açmak gerekiyor. Mayıs seçimlerinden sonra partimiz çok ciddi bir özeleştiri sürecine girdi. Halk toplantıları gerçekleştirdi. Mayıs ayında Cumhurbaşkanı adayı çıkartmamamızın ciddi olarak eleştirildiğini gördük ve şu anda parti tabanımız çok yoğun olarak Türkiye'nin her yerinde aday çıkartmamızı istedi ve bu istek parti meclisi tarafından görüldü ve uygulamaya kondu. Biliyorsunuz Türkiye'nin özellikle Kürt kentlerinde Doğu ve Güneydoğu'da bir ve ikinci olduğumuz yerlerde ön seçimli adaylarımızı belirledik, halk oylamasıyla belirledik. Bu tarafta ise daha çok bir kent uzlaşısı aradık. Yani bu kent uzlaşısı da şunu söyleyeyim, kentin dinamikleri, yani emek meslek örgütleri, kanaat önderleri, sivil toplum örgütleri, siyasi yapılar, çeşitli siyasi partiler, bütün bunlarla yürütülen tartışmalardan sonra gelinen aşama itibariyle birkaç kent dışında hemen hemen her yerde adaylarımızı çıkardık, bazı yerlerde de uzlaşıya vardık. Eğer bu iktidar gerçekten Kürt sorununun çözümü konusunda adımları atsaydı siyasal süreçler belki daha başka gelişebilirdi. Onu bilmiyoruz ama biz zaten bunu açık açık ifade ediyoruz.

Elbette siz bunu savunuyorsunuz ama diplomasi ve görüşmeler de başka bir şey. Hani çokta böyle bir kanaat oldu. Yani denildi ki görüşüldü ve uzlaşılamadı.

Bizim mecliste grup başkan vekillerimiz AK Parti'nin Grup Başkan Vekilleri ile zaten bu konuları, başta olmak üzere her konuyu konuşuyorlar. Yani aslında sizin gizli dediğiniz şey aslında kamuoyunun önünde sürekli konuşulan bir şey. Yani örnek veriyorum, Sayın Cumhurbaşkanı bütün bu adımları atsaydı Kürt Hareketi hayır mı diyecekti? Elbette ki demeyecekti. Fakat gelinen aşama itibariyle Cumhur İttifakı kendisinin belirlemiş olduğu siyasetini değiştirmemekle ısrar etti. Yani aslında sorun bu tarafta değil. Sorun Türkiye'yi yöneten Cumhur İttifakı'nın hala güvenlik politikalarını önceleyen, katı sert tutumundan kaynaklanan bir şey ve elbette ki bu tabii ki Türkiye'nin sorunlarını çözümsüz bırakıyor. Şimdi dolayısıyla bu ana mesele yani Kürt meselesi, Türkiye'nin ana meselesi bunu yerel yönetim sürecine sıkıştırmak da doğru değil. Biz o nedenle yerel seçim sürecinden ayrı olarak, bağımsız olarak bu sorunları her zaman gündeme getiriyoruz ve iktidardan her zaman adım atmasını bekliyoruz ve bir barış siyaseti izliyoruz. Yani burada bence meseleye böyle bakıyoruz. Eğer zaten adım atsalardı yere seçim sürecine gerek kalmazdı ki. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan Mayıs'ta seçimi kazandı. Pekala yeni bir sayfa açabilirdi Türkiye'de ama açmadı.

Kent uzlaşısında CHP ile çok sınırlı bir uzlaşı yapılan yer oldu. Yani Mersin oldu. Belki işte Esenyurt diyebiliriz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde bir uzlaşı olmadı. İmamoğlu ile Murat Kurum arasında çok ciddi bir yarış var ve başa baş gidiyor. Herhalde CHP, kent uzlaşısı kavramının içini dolduracak adımlar atsaydı, Dem Parti belki de adayı çıkarmayacaktı. CHP'nin oradaki yaklaşımı nasıldı sizce?

Tabii bu görüşmeleri yapan heyet içerisinde yoktu ama ben şunu ifade edeyim, bizim belirlediğimiz ilkeler ve kriterler noktasında adıma atılsaydı belki bazı gelişmeler olabilirdi ama bu adımın atılmadığı anlaşılıyor. Sadece ama bu değil İstanbul'daki tabanımız özellikle diğer kentlerde de biraz önce ifade ettiğim gibi kesinlikle aday çıkartmamız konusunda da bir bir basınç vardı ve biz sonuçta halkımızın beklentilerini de karşılamak durumundayız. Çünkü hem 2019 seçimlerinde aday çıkartmamamız yerel seçimlerde hem de Mayıs 2023'te Cumhurbaşkanlığı adayı çıkartmamamızın özellikle çok ciddi eleştiri aldığımızı da tekrar tekrar vurgulamak isterim. O eleştirileri mutlaka görmek gerekiyordu ve onu gören bir noktadan adaylarımızı çıkardık. Kent uzlaşısı noktasında da işte verdiğiniz örnekler var ama bazı yerler var ki mesela hiç Cumhuriyet Halk Partisi ile alakası yok. Mesela bazı yerlerde de biz aday çıkartmadık ama bunun CHP ile bir ilgisi yok. Çünkü o kentin çeşitli dinamikleri ya işte şu ilçede aday çıkartmasanız iyi olur dedikleri için çünkü aday çıkarırsanız milliyetçi kanat güçlenecektir. Milliyetçi kanat güçlenmesin diye aday çıkartmadığımız sınırlı sayıda yerler de var. Örneğin hani bunu da özellikle belirteyim çünkü iktidar yandaşı medya inanılmaz bir şekilde yani CHP ile aralarında gizli ittifak var lafını yayıyor. Ya böyle bir şey yok. Şimdi gerçekten inanılmaz bir nokta. Yani birkaç örnek vereceğim. Ya şimdi bize niye adayı çıkardınız? Sonra niye adayı çıkarmadınız? Sonra siz adayı çıkardınız ama aranızda peki ben de şimdi soruyorum örneğin yani Ankara'ya örnek vereyim. Ya şimdi siz Ankara'da CHP'nin mevcut belediye başkanının karşısına bula bula aynı gelenekten gelen birini çıkarırsanız sizin Ankara'yı yani kazanma şansınız ne kadardır diye sormazlar mı? Yani bizimle uğraşacağınıza oturun kendi adaylarınızı bir değerlendirin. İstanbul'da gösterdiğiniz aday Ekrem İmamoğlu ile yarışabilecek nitelikte bir aday mı? Kendinizi bir önce değerlendirin. Yani ben iktidar kanadının gerçekten bu süreçte bütün kampanyayı sanki Sayın Erdoğan üzerinden kurguladıklarını ve baktığımız zaman sanki tek bir kişi yarışıyormuş gibi bir hava var aslında. Bu çok yanlış bir durum. Halbuki biz yerel seçimlerde o kenti yönetecek belediye eş başkanlarını seçeceğiz. Şimdi böylesi bir ortamda kendilerini tartışmıyorlar, değerlendirmiyorlar. Varsa yoksa Dem Parti niye böyle yaptı? CHP niye böyle yaptı? Yani durum ortada aslında. Çok sınırlı sayıda birkaç yer dışında CHP ile hiçbir kent uzlaşısı olan yer yok. Hatta ben Ankara'ya örnek vereyim. Benim bazı laflarım yanlış anlaşıldı, yanlış servis edildi. Bizim Ankara'da CHP ile hiçbir uzlaşımız yok. Biz kendimiz, partimiz Yenimahalle’yi kendimiz değerlendirdik ve eş başkan adayı çıkartmama kararı aldık. Bu tamamen kendi değerlendirmemiz.

Polatlı ve Bala'da da aynı şekilde arkadaşlarımız burada da çıkartmayabiliriz dedikleri için çıkartmadık. Yoksa CHP ile Ankara'da hiçbir uzlaşı yok. Hani onu açık açık söyleyelim. Çünkü biz burada hem Gülten Kışanak'la hem de benim şahsımda özellikle Büyükşehir'de ve ilçelerde seçime yükleniyoruz. Yani bütün olanaklar ölçüsünde. Alabileceğimiz oyun maksimumunu almaya çalışıyoruz.

“CHP içerisindeki ulusalcı ekip, iktidarla olan bağlarını koparmış değil”


Peki CHP'ye yine laf gelmişken, bu son Burcu Köksal ve Tanju Özcan’ın açıklamaları oldu. Birisi aynı kaldırımda yürümeyeceğini söyledi Dem Parti’lilerle, diğeri de belediyenin kapısından sokmayacağını söyledi. Siz CHP yönetiminin bu açıklamalara ilişkin tavrını yeterli buluyor musunuz?

Ben şöyle ifade edeyim, bu CHP'de bir yapısal sorun. CHP içerisindeki ulusalcı ve ulusolcu kanat, bu kanadın bir ayağı iktidarın içindedir. Biliyorsunuz Baskın Hoca çok uzun uzun yazdı bunları. Biz de yıllardır söylüyoruz, ben insan hakları alanından gelen birisiyim. Türkiye'deki siyasi akımları da çok iyi biliyorum. CHP içerisindeki ulusalcı ekip, iktidarla olan bağlarını koparmış değil. Çünkü o ekibin bir ayağı iktidarın içerisinde. Her sıkıştıklarında ulusalcılar devreye giriyor ve Cumhuriyet Halk Partisi'ni zor duruma düşürecek açıklamalar yapılıyor. Yani dolayısıyla ben bunun CHP'nin çok ciddi bir iç sorunu olduğunu düşünüyorum. Halk tabanında da şunu ifade edeyim. İnanır mısınız yani sahada sürekli seçim çalışmaları içerisindeyim. Türkiye'deki halkların şu andaki en büyük sorunu hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, gençlerin Türkiye'yi terk ediyor olması ve daha bir dizi ekonomik ve sosyal problemler. Yani insanların, sen Kürtsün, sen Türksün, sen şusun, insanların böyle sorunları yok. Türkiye siyaseti, Türkiye halkının çok gerisinde kaldı. Türkiye siyasetindeki bu tekçi, resmi ideolojik anlayışı, kutsayan siyasi anlayışlar artık terk edilmesi gerekiyor. Biz hangi devirde yaşıyoruz? Yani insanlar gerçekten ayın sonunu nasıl getirecek, kirayı nasıl ödeyecek? Başka şeylerle ilgileniyorlar yani başka daha ciddi sorunları var. Birilerinin kalkıp sürekli böyle ötekileştirme siyaseti yürütmesinin ben bir karşılığı olduğu kanaatinde değilim. Bu sadece kutuplaştırmayı artırmaya dönük hamleler ama insanların gerçekten artık daha ciddi sorunları var. Hani bunu özellikle ifade edeyim. Öyle yerlerde seçim çalışmaları yapıyoruz ki eski MHP'li yöneticilerden tutun da AK Partili yöneticilere kadar insanlar artık oralardan ayrılmışlar. Hep beraber hiçbir ayrım yapmadan birlikte çalışma yürüten insanlar var. Yani bence biraz meseleye bu açıdan bakmak gerekir. CHP kendi içindeki bu sorunu çözmeli. Yani çağdaş sosyal demokrat ilkeleri benimseyen insanlarla yoluna devam etmeli. Vatan Partisi var oraya gidin. Madem çok böyle bu resmi ideolojik anlayıştan kopamayacaksanız, yani gidecek adres çok ama yani siz hem orada kalın hem onu yapın hem bunu yapın…. Naçizane hani bana düşmez ama Cumhuriyet Halk Partisi kendi içindeki bu yapısal sorunu bir an önce çözmeli. Bizim hem eş başkanlarımız hem partimizden birçok insan çok güzel açıklamalar yaptılar, çok güzel cevaplar verdiler. Yani bu ırkçılık anlamına gelebilecek sözlerle bence ötekileştirmeye gerek yok. Türkiye'de bunu yapanlar Türkiye'ye çok zarar verdiler. Bunu yapacaklarına, halkların kardeşliğini nasıl geliştiririz, demokratik ülkeleri nasıl esas kılarız, biraz buna kafa yorsalar bence daha iyi olur.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin eş başkanlarımızı genel merkezinde kabul ettiği ve birlikte basına açıklama yaptıkları bir ortamda partinin bir grup başkan vekili böyle bir açıklamayı nasıl yapabilir? Burada bir art niyet olduğu kanaatindeyim. Spontan bir şey değil. Bence CHP bu kendi içindeki bu sorunu bir an önce çözmeli. Mayıs seçimleri de bu nedenle kaybedildi zaten.

Parti tabanınızdaki tepki ne buna? Yani zaten CHP'ye bir tepki vardı Mayıs'tan sonra ama bu iyice birlikte hareket etme ilerideki takım işbirlikleri içinde olumsuz bir etki bıraktı mı?

Parti tabanımız aday çıkartmamızın ne kadar isabetli olduğunu bu açıklamalarla bir kez daha ortaya koydu ve gerçekten Dem Parti'nin halktan yana, toplumdan yana üçüncü yol siyasetinde ısrar etmesinin ne kadar anlamlı olduğunu ortaya koydu gelen tepkiler. Ve elbette ki özellikle Kürt sorununun çözümü noktasında mevcut siyasal partilerin alternatif geliştirememesi tam tersi birbirini taklit eden açıklamalar yapması karşısında alternatifin DEM Parti olduğunu söyleyenler oldu. Elbette ki tepki gösteren arkadaşlarımız oldu, parti tabanımızdan insanlar oldu. O da tepkide şu işte: ‘Yine aynı şeyle karşı karşıyayız. Yani değişen bir şey yok. Hani bunlar ne zaman değişecek?’ İnsanlar bakın tepki gösterirken bile hala o değişime dair umudunu koruyarak tepki gösteriyor. Yani artık yeter der gibi. Fakat bu da şunu gösteriyor, Türkiye'nin gerçekten Dem Parti'ye ihtiyacı var. Bence bu kendini bir kez daha ortaya koydu. Biz de tam da işte bu noktada ısrarla, inatla işte her yerde varız diyoruz. Her yerde de seçime gireceğiz, girmeye de devam edeceğiz diyoruz.

Seçimden sonra yeniden kayyım politikası, yani kayyım politikasının devam edeceğini düşünüyor musunuz? İktidar çünkü pek renk vermiyor bu konuda.

Ben bunun devam edeceğini düşünmüyorum. Çünkü iktidarı da tamamen yıprattı. Kayyım belediyeleri hizmet vermediler. Kayyım belediyeleriyle ilgili Sayıştay raporları da ortada. Ben iktidar partisinin bölgedeki tabanının da rahatsız olduğunu gözlemleyebiliyorum. Kaldı ki şunu vurgulamak gerekiyor. Yani siz eğer böyle bir noktaya sürüklenecekseniz Türkiye'de o zaman seçim yapmanın bir anlamı yoktur. Demokrasiyi tamamen yok etmektir, bu inkar etmektir. Buna karşı da biz tabii ki şunu ifade edelim, bu tartışmaları pek doğru bulmuyoruz. Bu tartışmaların yaşanmasını da anti-demokratik buluyoruz. Bu nedenle de özellikle adaylarımızı halk oylamasıyla, ön seçimle belirledik ve halkımız kesinlikle kendisinin belirlediği eş başkanlarına sonuna kadar, belediye meclis üyelerine sonuna kadar sahip çıkacaktır. Hani bu konuda halk kararlı zaten seçim sonuçları da bunu gösterecektir bakın. Zaten iktidar bölgeye, bölgenin belli kentlerine, Kürt kentlerine güvenlik personelini yani devletten maaş alan kamu görevlisi statüsündeki güvenlik personelini seçmen kayıtlarını kaydırarak orada seçim sonucunu değiştirmeye dönük hamle yapmaya peşine düşmüş. Ya bu inanılmaz bir şey. 54 bin seçmen bakın. Kars merkez, Iğdır merkez, Siirt merkez, Şırnak merkez. İl merkezleri bağlamında söylüyorum. Şimdi böyle bir şey olamaz.

Buralarda seçim sonucunu değiştirebilir mi hakikaten yani?

Zaten öyle bir hesaplamışlar ki sonucu değiştirmeye dönük, o sayıda seçmen kaydırılmışlar.

Seçim kurulları, YSK buna bir şey demiyor mu?

Hepsinin, bakın tamamının itirazlarını yaptık. İl seçim kurulları reddetti, itiraz ettik. Yüksek Seçim Kurulu reddetti. Şimdi suç duyurularında bulunduk. Yani sadece bu işlemleri yapan değil, usulsüz olarak buna kendini alet eden kişiler hakkında da suç duyurusunda bulunduk. Yani biz bu süreci hukuki olarak sonuna kadar takip edeceğiz. Yani düşünebiliyor musunuz? Siz 6 ay önce 6 ay sonra tatbikat yapılacak diye bir güvenlik personelinin seçmen kaydını bir başka yere nasıl alırsınız? Böyle bir şey nasıl olabilir?

Muhalefetten bir ses çıkmıyor bu konuda değil mi? Peki yani ben mi kaçırıyorum?

Sadece CHP bir ille ilgili itirazda bulundu, sonra çıktı. Sözcüsü dedi ki işte tatbikat yapılacakmış. Ya şimdi Allah aşkına... Ne demek yani şimdi 6 ay sonra tatbikat yapılacak diye benim nüfus kütüğüm başka bir yere kaydırılacak. Peki ben 6 ay boyunca başka bir yerde yaşıyorum. Orada yaşamıyorum ki. Bunlar bakın büyük skandallar. Bunun peşini bırakmayacağız. Hani bu konudaki hukuksal süreç devam ediyor. Tam da burada biz de seçmen kütüğü bu kentlerde olan Türkiye'nin batısına çalışmaya veya öğrenci olarak giden insanların tamamına hep çağrı yapıyoruz. Yapmaya da devam ediyoruz. Gelin, kentinize sahip çıkın, halkınıza sahip çıkın. Gelin, kayıtlı olduğunuz yerde oy kullanın. Bu konuda partimiz bir teyakkuz halinde. Hemen hemen her seçmene ulaşmış durumdayız. Onları biz de gerçek seçmenlerimizi bölgeye taşıyacağız ve oy kullanmalarını sağlayacağız. Bu şekilde usulsüz seçmen kaydı yapılan güvenlik personele de çağrı yapıyoruz. Lütfen kendinizi kullandırtmayın. Yani sizin de bir iradeniz var, kendinizi kullandırtmayın. Hani onlar adında vicdanına sesleniyoruz açık açık. Yaşamadığınız bir kente gelip müdahale etmeyin. O kentin yönetimini değiştirecek iktidarın sizden beklendiği beklentileri doğrultusunda oy kullanmayın. Yani vicdanınıza göre hareket edin. Ayrıca bu işlemlere seyirci kaldığınız için sizin hakkınızda da suç duyurusunda bulunacağız diyoruz. Öyle yani siz bir başka yerde yaşıyorsunuz, maaş alıyorsunuz. Ev kirası ödüyorsunuz veya başka bir sürü işlem yapıyorsunuz ama kütüğünüz alınmış başka bir yere götürülmüş. Yani devlet organize bir şekilde suç işliyor aslında. İnanılmaz değil mi?

Podcast