DEM Parti İstanbul Eş Başkan adayı Beştaş: Kürtlerde ‘kendi başımızın çaresine bakalım’ duygusu oluştu

DEM Parti İstanbul Eş Başkan adayı Beştaş: Kürtlerde ‘kendi başımızın çaresine bakalım’ duygusu oluştu
DEM Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı Meral Danış Beştaş, partililerinin aday çıkarılmasından ötürü oldukça memnun olduklarını belirterek “Biz Ekrem İmamoğlu kaybetsin diye aday olmadık. Mücadele odağımız, yani mücadele ettiğimiz şey iktidardır. Biz muhalefetle mücadele etmiyoruz. Sonuç ne olursa olsun şimdiden kazandığımızı düşünüyorum” dedi.

Kısa Dalga Podcast’te Zor Soru programında Kemal Göktaş’ın sorularını yanıtlayan Beştaş, Kürtlerin en sevimli olduğu dönemin “seçim dönemleri” olduğunu, politikacıların seçim geçtikten sonra aynı politik hatta devam ettiklerini söyledi. Geçtiğimiz yıl yapılan milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı genel seçimlerinden sonra Kürtlerde ‘kendi başımızın çaresine bakalım’ duygusunun oluştuğunu anlatan Beştaş, DEM Parti’nin Türkiyelileşme hedefinden ve ittifak politikasından ise vazgeçmediğini belirtti.

Tanju Özcan ve Burcu Köksal’ın açıklamalarının büyük bir kırılmaya neden olduğunu ve CHP’nin gösterdiği tepkinin yetersiz olduğunu kaydeden Beştaş, “Biz İstanbul’u İmamoğlu’ndan daha iyi yönetiriz” dedi.

AKP adayı Murat Kurum için “Olmamış, oldurulamamış” diyen Beştaş, seçimlerde afiş ve posterlere harcanan paraları eleştirdi ve “İmamoğlu iktidarın yöntemleriyle iktidarla yarışıyor” ifadesini kullandı.

İstanbul sizin için ne ifade ediyor? İstanbul'da çok vakit geçirmiş miydiniz daha önce?


İstanbul'da evet, çok vakit geçirdim, ailemin çok önemli bir bölümü burada yaşıyor. Benim de sık geldiğim illerden biri. O yüzden İstanbul'u Ankara'dan daha çok biliyorum diyebilirim. Yani aidiyet duygum oldukça güçlü.

Peki, İstanbul mu Ankara mı? Meşhur soruyu sorayım.

Ya şimdi öyle bir şey sordunuz ki…Bence İstanbul. Siz sorduğunuz için değil, bunu sürekli söylerim. Ben yaşamak için İstanbul diyorum. Çünkü burası başka bir dünya. İnsanın kaybolabileceği, rahat edebileceği, hakikaten zevkinize göre, ihtiyaçlarınıza göre yaşayabileceğiniz olanakları veriyor. Tabii ekonomik olarak uygun olursanız. Şu anda İstanbul'un durumu işler acısı maalesef. İstanbul'da yaşamakla İstanbul'u yaşamak başka şeyler. İstanbul'da yaşıyor milyonlarca insan ama İstanbul'u yaşayamıyorlar.


Kampanya nasıl gidiyor? DEM Parti’ye ilgi nasıl?

Kampanya iyi gidiyor bence. Gezdiğimiz, gördüğümüz, gittiğimiz, temas ettiğimiz yerlerde oldukça sıcak bir atmosfer yakalayabiliyoruz. Bizim seçmenlerimizde şu çok net görülüyor: Adaylığımız, aday çıkarmamış olmamız, kendi parti kimliğimizle seçime giriyor olmamızdan büyük bir memnuniyet olduğunu sıklıkla duyuyoruz. Zaten seçimlerden önce de bu konuda Yoğun bir talep olduğunu da biliyorduk.

Kürtlerin en sevimli olduğu dönem seçim dönemleridir


DEM Parti tabanının seçimlere kendi adayınızla girmeniz yönündeki talebinin nedeni neydi? DEM Parti'ye oy veren seçmen, geçmiş deneyimlerden neden bu kadar, deyim yerindeyse, sıtkı sıyrıldı da illa biz kendi adayımıza gidelim dedi?

Biliyorsunuz, Kürtlerin en sevimli olduğu dönemler, tırnak içinde söylüyorum, siyasi partiler açısından seçim dönemleridir. Seçim dönemlerinde Kürtlere sürekli çiçekler, güller, gülücükler verilir, sempatik sözler söylenir. Bu yeni bir şey değil. Hayatım boyunca bunu deneyimledim. Hatta bunu ileri götürürler. Bazıları gider Diyarbakır'da Kürdistan'a selam verir, bazıları Kürtçe şarkılar söyler, Bazıları çok kötü bir telaffuzla Kürtçe bir iki cümle kurar, bazıları ‘kimse aramıza giremez’ der, bazıları ‘Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer’ der... Yani bu konuda çokça uzun bir geçmişimiz var. Fakat seçim bittikten sonra Kürtler’in sesleri duyulmaz, talepleri tartışılmaz, kimliklerine, dillerine dair sözlerinin bir karşılığı olmaz ve aynı politik hat devam eder. Herkes bizim seçmenimizden söz ederken ‘politik bir seçmen kitlesi’ der. Politik seçmenler de bunu ayırt edebilecek durumdadırlar tabii ki... Hatta geçenlerde bir soruyla karşılaştım. ‘Herkes Kürtlere bu kadar şirinlik yapıyor, oyuna talip oluyor, peki Kürt meselesi niye çözülmüyor?’ diye. Sorunun özü bu işte. Yani neden çözülmüyor? Çünkü Kürtlere seçmen gözüyle bakılıyor. Oy deposu olarak bakılıyor. Ya da seçim dönemlerinde yaratılan bir algıyla oylarınıza talibiz ama sonra sizi tanımıyoruz, sizin meselenizle ilgilenmiyoruz ya da başka politikalar devreye giriyor. İşte tam da burada seçmenlerimizde çok ciddi birikmiş bir duygu hali var. Öfke mi diyeyim, tepki mi diyeyim, kırılma mı diyeyim, siz seçin. Bunların hepsini içeriyor. 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında yaşananları biz tabii ki masaya yatırdık. Hatırlamak gerekirse en büyük kırılma Kürt seçmende oluştu. Çünkü kayyım protokollere yazıldı. Bize karşı en büyük ırkçı duyguları gösteren bir partinin liderine içişleri bakanlığı verildi. Siyaset güven üzerine kurulmaz ama ilkeler üzerinde ilerler. Bu ilkelerin de çok dikkate alınmaması çok önemli bir sonuç tabii ki…

Kürtlerde ‘kendi başımızın çaresine bakalım’ duygusu oluştu

Bu kopuşun derecesini ve daha doğrusu çapını merak ediyorum. CHP'ye yönelik olarak özellikle Ümit Özdağ ile yapılan protokol çok kırıcı ve uzaklaştırıcı bir etkisi oldu. Ama aynı zamanda sanki 14 Mayıs seçimlerinden önce TİP'in kendi adaylarıyla girme ısrarı dolayısıyla biraz seçmen kendisini kandırılmış hissetti mi aynı zamanda? derken aynı zamanda... Türk soluyla kurduğu ilişkilerde de kırılma oldu mu? Bunun çapı sol ile mi sınırlı yoksa Türkiyelileşme projesine yönelik bir hayal kırıklığı da var mı?

Sorunuza iki basamaklı bir yanıt vereyim. Evet, TİP’e yönelik tepki, eleştiri zaten partinin sınırları içindeki bir tepki ve eleştiri değil. Yani sosyal medyada, basın üzerinden ya da gittiğimiz halk toplantılarında da konuşuldu, bugün bile karşıma çıktı. ‘Biz onlarla ittifak yapıyoruz ama neden TİP sözcüsü Ekrem İmamoğlu'na oy vereceğini söylüyor, hem de bir kadın adayımız olduğu halde?’ Mesela bu soruyu defalarca duyuyoruz. Bu sadece CHP ile sınırlı değil. Genel olarak biraz Kürtlere yönelik tutumla ilgili, Kürt meselesinin çözümüne dair var olan ezberlerin bozulmamasına ilişkin… Türklük sözleşmesi kavramını son dönemlerde çok kullanmaya başladım. Sevgili Barış Ünlü’nün kitabı… Onu daha fazla nasıl tercüme edeyim bilemedim. Bilinmeyen bir sözleşme var. Türk, tırnak içinde Türkler arasında. Ne yaparsanız yapın, Kürtlere yönelik o duygu, o düşünsel hal, o yaklaşım değişmiyor duygusu Kürtlerde çok güçlü belirmeye başladı. Yani bir yalnızlık da değil tam olarak, ‘biz kendi başımızın çaresine bakalım’ gibi bir duygu hali, ruh hali ve tepki hali oluşabiliyor.

Birlikte demokrasi mücadelesi verme perspektifi biraz aşındı mı acaba?

Hayır, hayır… İki basamaklı derken bunu söylüyordum tam da. İki aşamalı bakıyoruz. Siz sorduğunuz için ilk kez böyle açıklıyordum doğrusu. Kırılmanın olduğunu ve bu eleştirilerin zaten kamuoyuna da yansıdığını ifade etmek açısından, o ruh hali, duygu durumunu ifade ettim. Ama düşünsel olarak ve partimizin politikası açısından katiyen bir vazgeçiş söz konusu değil. Biz kesinlikle Türkiye'nin her yerinde olmaya, siyaset yapmaya devam edeceğiz ve Türkiye'deki demokrasi güçleriyle demokratik dinamiklerle, farklı partilerle yine ittifaklar yapmaya, yine birlikte hareket etmeye, yine asgari müşterilerle buluşmaya devam edeceğiz. Yani buna gayretimiz bitmeyecek. Çünkü bu taktiksel, dönemsel bir yaklaşım değil. Yani HDP (DEM Parti) bir Türkiye Partisi'dir. HDP'nin içinde doğru Kürtler fazla olabilir ya da HDP'ye oy verenlerin önemli bir bölümünü, çoğunluğunu, hatta ezici çoğunluğunu Kürtler oluşturabilir ama neticede partimiz çok kimlikli, çok dinli, çok farklı kültürlere sahip bir partidir. Şu anda İstanbul'da siyaset yapıyoruz. Bizim birlikte çalıştığımız arkadaşların tamamı Kürt değil ki... Böyle bir şey, söz konusu bile değil. Yani bizim Türkiye'nin sorunlarına olan ilgimiz ya da Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelemiz katiyen bir adım bile geride değil. Politikamız açısından böyle bir esneme söz konusu değil. Ama tabii ki bunları biz seçmenlerimize kendimiz de anlatıyoruz. Yani bizim için Türkiye partisi olarak siyaset yapma iddiamız stratejiktir, dönemsel değildir. Kürt meselesi Türkiye'nin tek problemi değildir ama en büyük problemidir. Türkiye'nin demokratikleşmesinin yolu da Kürt meselesinin çözümünden geçiyor. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eş başkan adayımız Murat Çepni, Rizeli bir sosyalist.

“DEM Parti hem Türk partisidir, hem Kürt partisidir”

Öyle bir vazgeçiş yok. İstanbul'da, Bursa'da, İzmir'de, Adana'da aday çıkarmamız tam da bu demek zaten. Biz her yerde mücadele etmeye devam edeceğiz. DEM Parti, Türkiye'nin partisidir, Türklerin partisidir. Ama Kürtlerin de partisidir. Yani DEM Parti hem bir Türk partisidir, hem Kürt partisidir.

Size çok sorulduğunun farkındayım. Belki bıktırıcı olduğunu da düşünebilirsiniz ama Başak Demirtaş’ın adaylığını soracağım. Parti onay verirse aday olmak isteyebilirim dedi. Sonrasında ise aday olmadı…Tabi rivayet muhtelif. Yani özellikle kulislerde AKP ile bir görüşme denemesi ya da birtakım görüşmeler olduğu ama bir adım atılmaya yanaşılmadığı için de Başak Hanım'ın aday gösterilmediği söylendi. … Daha doğrusu bir kanaat ortaya çıktı. Hakikaten ne oldu da Başak Hanım aday gösterilmedi?

Evet, çok sorulan bir soru. Başak benim arkadaşım, Selahattin benim arkadaşım. Birlikte siyaset yaptık. Biz birbirimizle yarışmıyoruz her şeyden önce. Bunu bütün açık yürekliliğimle söyleyeyim. Bir kere partinin sevgili Başak'a aday göstermemesi gibi bir durum söz konusu değil. Sizde belki sehven öyle dediniz. Bu parti ve Başak'ın birlikte bir kararı. Asla tek taraflı olarak parti ‘ben Başak'a aday göstermiyorum’ gibi bir tutum içine girmedi. O süreci biliyorum. Ve hani onun başvurusu reddedildi gibi bir durum söz konusu değil. Zaten Başak Demirtaş'ın o açıklamayı yapmasından önce parti de biliyordu. Başak Hanım'ın aday olabileceğine dair açıklaması üzerine biliyorsunuz çok yaygın, hakikaten çok sarsıcı bir tartışma yaşandı. Olumlu olanları söylemiyorum. Yani hakikaten siyaset bir ticarete dönüşmüş, sevgili Demirtaş'ın söylediği gibi. Biz tüccar değiliz, bir demokrasi mücadelesi veriyoruz. Bizim için Kürt meselesinin çözümü, arkadaşlarımızın özgürlüğü ya da kayyım meselesi bir demokrasi meselesidir. Türkiye'nin demokratikleşme çıtasını gösterir. Bunu her şeyden önce söyleyeyim. Bu yönüyle bir pazarlık yok. Önce ona yanıt vereyim: Bir görüşme de yok. Yani bizim adımıza birileri habire işte görüştüler, anlaştılar, şu olacak, bu olacak... Böyle bir durum olsa zaten biz baştan beri, 14-28 Mayıs'tan sonra yaptığımız bütün açıklamalarda şeffaflık ve ilkelilik vurgusunu öne çıkardık. Birlikte isteyerek bunu yaptık. Ağzı sütten yanan yoğurdu üfleyerek yermiş...Şeffaflıktan kastımız da çok açık aslında.

Bizim AKP ile görüşmemiz Meclis zemininde CHP ile ne kadarsa, diğer partilerle ne kadarsa o kadardır.

ZOR SORU PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

AKP ile seçim odaklı bir görüşme olmadı

Bundan ayrı olarak mesela eski partililer ya da aktif olmayan siyasetçilerin de aralarında olduğu bir grup, hatta kanaat önderleri düzeyinde dolaylı görüşmeler yapıldı gibi şeyler çok söylendi.

Biz de duyuyoruz. Yani olmadı. Olduysa da benim bilgim yok. Yani ben daha geçen aya kadar grup başkan vekiliydim. Devrettim görevi, sonra burada aday oldum. Ve olursa da bunu kamuoyuyla paylaşırız. Zaten çözüm sürecine ilişkin sürekli zaten çağrıda bulunuyoruz. Tecridin kaldırılması ve Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini seçim dönemiyle asla ilgili olmaksızın sürekli söylüyoruz. Çünkü biz demokratik yollarla meselenin çözümünün mümkün olduğunu ve bunun için mücadele ettiğimizi, en temel mücadele motivasyon alanlarımızdan birinin bu olduğunu ifade ediyoruz.

Başak Demirtaş ile karşılıklı konuşuldu, tartışıldı. D saldırılar, o eleştiriler, o tartışmalar hakikaten siyasetin ne kadar düzeysizleştiğini, ne kadar pespayeleştiğini ortaya koydu. Neticede bunun üzerine yani hani geniş geniş olarak bir tartışma yaşandı. Ve başarıyla beraber partinin ilgili kurullarımız bir araya geldi. Ve kendisi de kendi isteğiyle, partimizin de hani karşılıklı uzlaşısıyla aday olmayacaktı. Yani zaten aday gösterildi ki o hani o düşüş oldu da gibi bir şey söylemişti. Sonra bana teklif edildi ve ben eş başkan adayı oldum. Benim üzerimde de çokça, maalesef tartışma var. Tavşan diyenler mi dersiniz? Zayıf diyenler mi? Güçlü diyenler mi? Yani böyle bolca...

Akın Birdal, İzmir DEM Parti adayı, bu programda “1 Nisan'dan sonra Türkiye'de taşlar yerinden oynayacak, görüşmelerin yeniden başlayacağını düşünüyorum’ dedi. Çözüm süreci bağlamında. Bir Nisan'dan sonra hakikaten taşlar yerinden oynar mı? Sizce de yeni bir görüşme mümkün olur mu?

Akın Bey herhalde bir bilgiye dayalı bunu söylemiyor.


Bilgiye dayalı değil, bir analiz yaptı.

Analiz olarak şunu söyleyebilirim. Bir kere genel seçim yaşamıyoruz. Bir yerel seçim gündemiyle şu anda sahalardayız. Bu nedenle böyle çok büyük bir değişimden ziyade... Ben çağrılar yapıyorum iktidara da muhalefeti de herkese. Yani Türkiye bu ekonomik krizden, bu darboğazdan, kadın kırımından, bu mevcut felaket tablosundan, çatışmalı ortamdan çıkmak zorunda. Siyaset tam da bunun için yapılır zaten. Yani bir ülkede parlamento ne işe yarar? Yerel yönetimler ne işe yarar? Halka hizmet etmek için, halkın taleplerini karşılayabilmek için... Ben hani kişisel olarak böyle büyük bir beklentiden ziyade… Mesela kayyımlar için çağrı yapmıştım. Yani bir maddelik bir düzenlemeyi neden bütün partiler kabul etmesin? Yani yapabiliriz bunu, yapamayacağımız bir şey yok. Ya da tecrit neden sonlanmasın? Barışın yolu açılacaksa geçmişte baldıran zehri içenler şimdi neden bunu yapmasın? Ya da muhalefet kanadı yani Kürt meselesi konusunda bu kadar farklı gözlüklerle bakmayı neden bırakmasın?

Tanju Özcan ve Burcu Köksal’ın açıklamaları büyük bir kırılmaya neden oldu

Mesela son Tanju Özcan ve Burcu Köksal'ın açıklamaları çok büyük bir tepkiye ve kırılmaya sebep oldu. Ben meseleye biraz çözüm odaklı bakan biriyim ve açıkçası siyasetin içinde de bu nedenle varım. Yani tek bir insanın ölümünü engelleyebileceksek vicdanımız ve adalet duygumuz birazcık olsun, bir nebze olsun tatmin olabilir. Çünkü biz şu anda bence görevimizi yapamıyoruz. Yani insanlar ölmeye devam ediyor. Öğrenciler burs alamıyor, yurt bulamadığı için intihar edenler var. Günde 8 kadın öldürülüyor. Bütün bunlar çözüme ulaşmak zorunda ve tabi ki Kürt meselesinde de irade ortaya çıkmalı.


Burcu Köksal ve Tanju Özcan’ın açıklamaları DEM Parti'ye yakın ama Ekrem İmamoğlu'na oy vermeyi düşünen seçmeni nasıl etkiledi?

Herkeste tepki görüyorum. Gittiğim her yerde, Sultangazi'den Kadıköy'e kadar. Buna sadece DEM Partililer tepki veriyorsa çok kötü bir noktadayız. Yani bir partinin, milyonlarca seçmeninin tamamen ötekileştirilmesi, ırkçı hezeyanlarla dışlanmasını Türkiye kabul ediyorsa, bunu başka türlü düşünelim. Hakikaten çok büyük bir olay bence.

CHP yönetimi nasıl bir performans sergiledi sizce? Ve ayrıca İmamoğlu çıktı ‘kendisine başka iş başka parti bulsun’ dedi. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben kesinlikle yeterli bulmuyorum.

Ne yapılması gerekirdi?

Tarif etmek istemiyorum ama bu partinin politik hattı bu değilse, ki olmadığını ifade ediyorlar, yeterli bulmuyorum. Neticede bu ciddi, ayrışmayı, kutuplaştırmayı derinleştiren bir söylem. Ben sadece seçim odaklı bakmıyorum bu arada. Afyon ya da İstanbul ya da Ankara seçimlerini merkez alarak söylemiyorum. Yani neticede muhalefet partisi olarak iktidara rakip olan bir partinin milletvekilinin, hatta grup başkanvekilinin, belediye başkanının Türkiye'de iktidarın yaratmış olduğu kriminalizasyona bu kadar açıktan destek vermesine dair daha fazla sözü olmalı diye düşünüyorum. İktidarın teknesine su taşıyan, güçlendiren bir şey bu.

İmamoğlu kaybetsin diye aday olmadık


Siz şimdi adaysınız ve de alacağınız oylar aslında seçimin kaderini belirleyecek. Şöyle bir görüş var. Ekrem İmamoğlu buradan galibiyetle çıkarsa 2028'de muhtemel Cumhurbaşkanı adayı ve de Erdoğan'ı ya da onun yerine aday olacak birini yenecek tek aday diye bakılıyor. Burada kesinlikle kazanması gerekir gibi bir algı var. Siz bu görüşe ne diyorsunuz? Yani İmamoğlu kaybederse DEM Parti'nin aldığı oylar nedeniyle mi kaybedecek? Ve böyle bir sonuç çıkarsa bunu nasıl karşılarsınız?


Biz Ekrem İmamoğlu kaybetsin diye aday olmadık. Biz partimizin politikalarını anlatmak, kendi seçmenlerimizle buluşmak, örgütsel zeminimizi güçlendirmek için aday çıkardık İstanbul'dan. Yani bizim için kazanmak demek illa bir koltuk sahibi olmak anlamına gelmiyor. Kimseye kazandırmak ya da kaybettirmek için -gerçekten- yola çıkmadık.

Gerçekten amacınız bu olmayabilir ama sonuçta bir aritmetik var.

Türkiye şuna sıkıştırıldı maalesef: Stratejik oy adı altında, kazandırma-kaybettirme adı altında neredeyse iki kutuplu bir siyaset baş gösterdi. Yani bu sadece DEM Parti'ye yüklenebilecek bir mesele değil. Şu anda İstanbul'da 22 parti yarışıyor. Bağımsız adaylarla birlikte 49 aday. Türkiye'de en fazla aday çıkarılan il İstanbul ve İstanbul bir il değil bir ülke. Yani neticede 39 ilçesiyle kocaman devasa bir alanı kapsıyor. Bu yönüyle açıkçası ben bunun bize bu şekilde yöneltilmesinin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Yani diğer partilere bu genellikle sorulmuyor. Sadece partimize soruluyor. Bir de şunu ifade etmek istiyorum. Açıkçası biz dört seçimdir bir hat belirledik ve bir siyaset yürüttük. Bunu ilelebet nasıl sürdürelim? Yani o zaman bizim partiyi kilitlememiz lazım. Yani DEM Parti’nin propagandasını nerede yapacağız? Nasıl anlatacağız? Seçim dönemleri bizim en fazla sahada olduğumuz, en fazla görünür olduğumuz, seçmenimizle en doğrudan iletişimi kurduğumuz dönem. Biz, hele hele muhalefete kaybettirmek gibi bir arzuyla yola çıkmıyoruz. Ona bakarsanız biz kent uzlaşısı yaptık Esenyurt'ta. Mersin'de kent uzlaşısına gittik. Yani biz eğer böyle bir şey düşünüyor olsaydık kent uzlaşısı kavramıyla hareket etmezdik.

İstanbul'da neden olmadı?

Mücadele odağımız, yani mücadele ettiğimiz şey iktidardır. Biz muhalefetle mücadele etmiyoruz. Muhalefetin muhalefete muhalefet etmesini de doğru bulmuyoruz. Gerçekten çok ciddi hassasiyet taşıyoruz. Hani muhalefeti eleştirmek gibi bir derdimiz olsa söyleyebileceğimiz milyonlarca şey var. Ama biz sonuçta 22 yıldır iktidarda olan ve Türkiye'yi bu hale getiren bir iktidar gerçekliği var ve onunla mücadele ediyoruz.

İstanbul’u İmamoğlu’ndan daha iyi yönetiriz

İmamoğlu'nu nasıl buluyorsunuz belediye başkanı olarak? Yani HDP'nin desteğiyle seçildi ve de o dönem birlikte yöneteceğine dair, ayrımcılık yapmayacağına dair sözler verdi. Bu beş yıllık dönemin sonunda bu söylediklerini yapabildi mi? Ya da nasıl bir belediye başkanlığı performans sergiledi sizce?


Ben başka bir partinin belediye başkanını uzun uzun değerlendirmek istemiyorum. Ancak bir muhalefet belediyesi olarak neticede İstanbul'da mutlaka hizmetleri var. Yani birçok iş yaptı. Ama böyle şunu söyleyeyim: Biz daha iyi yönetiriz İstanbul'u. Daha demokratik, daha halkçı, daha İstanbullularla birlikte İstanbul'un kaynaklarını değerlendirme, bütçesini oluşturma konusunda daha iyi yöneteceğimize inanıyorum. Zaten bu yüzden aday olduk. Bu konuda tabii ki eleştirebileceğimiz birçok boyutu var. Pratiklerinin, yaşama geçen hizmetlerinin ama sonuçta Sayın İmamoğlu da Türkiye'nin tanıdığı bir siyasetçi ve İstanbul'da bir iddiası var. Bununla ilgili yaptıkları, söylediği her şeyi hayata geçirebilmiş değil. Bununla ilgili de zaten doneler, veriler zaten kamuoyunda bilgisi dahilinde.

Murat Kurum’u nasıl buluyorsunuz?

Vallahi ona da önce aynı cevabı vereyim. Yani kesinlikle biz Murat Kurum'dan çok daha iyi yönetiriz İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni. Çok şükür şu ana kadar böyle bir potumuz da olmadı. Ehliyetsiz araba da kullanmadık, Gazze’deki çocuklar için ağlayıp bir saat sonra gidip çifte telli de oynamadık, halay da çekmedik. Murat Kurum biraz şey ya, nasıl ifade edeyim…Olmamış…Oldurulamamış… Mesela İmamoğlu'nu değerlendirirken mevcut bir pratiği var, onun üzerinden bakıyoruz. Ama Murat Kurum'un mesela Kanal İstanbul'la ilgili açıklamaları çok açık, bariz bir çelişki olarak orta yerde duruyor. Bir yandan ihale yapılıyor, bir yandan gündemimizde yok deniyor. Buna bile bir cevabı yok. Yani sadece bir cümleyle cevap veriyor. Ve hakikaten gülümsetiyor. Bazı potlarıyla Yıldırım Akbulut’u (eski Başbakan) hatırlatıyor. Bir de tabi ki İstanbul'da Murat Kurum değil, Recep Tayyip Erdoğan yarışıyor. Yani bunu hepimiz de gayet iyi biliyoruz.


Kent lokantalarına ilişkin bir tartışma var ve Murat Kurum’un eleştirilerine Ekrem İmamoğlu çok sert tepki gösterdi. Siz kent lokantaları politikasına nasıl bakıyorsunuz?

Bildirgemizde de bunları ayrıntılı bir şekilde açıkladık. Biz ‘yaratılıp yönetilebilir bir yoksulluk politikası’ güden iktidara cepheden karşıyız. İkincisi tabii bu konuda çözümler üretilene kadar, hakikaten hiç kimse aç kalmamalı, hiç kimse yeterli gıdadan yoksun kalmamalı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi, 16 bakanlığın bütçesine denk. Bu bütçeyle sadece kent lokantaları değil, çok daha geniş aşevleriyle, özellikle yoksul mahallelerde çok daha yaygın bir hizmet verilebilir. Biz bunu hedefliyoruz neticede. Kent lokantaları bizim projemiz olmadığı için, o konunun üzerinde yorum yapmayayım. Ama her halükarda belediyenin bütçesinin halkla paylaşılması gerekiyor ve bütçenin önemli bir bölümünün, biz yüzde 20 diye düşünüyoruz, nereye harcanacağına karar vermesi gerekiyor. İmamoğlu'nu bir noktada eleştireyim, çok eleştirim var da, yarış halindeler. Şu anda İstanbul'un her tarafını Kurum ve İmamoğlu posterleri süslüyor. Hakikaten çok büyük bir israf.

İmamoğlu iktidarın yöntemleriyle iktidarla yarışıyor

Yani gözlerimize gözlerimize sokuluyor her yerde. Bu bütçe nereden geliyor? Yani insanların bu kadar yoksulluk yaşadığı bir ilde, bir ülkede bu kadar büyük bir seçim propagandasının ne anlamı var? Yani farklı kanallarla da daha az bir bütçeli de bu yapılabilir. İmamoğlu da onların yöntemleriyle, iktidarın yöntemleriyle iktidarla yarışıyor. Bizim asla böyle bir tercihimiz olmaz. Bizim politik perspektifimize göre biz kendi tercihlerimizi ortaya koyarız.

Peki, sizin projelerinizi soracaktım ama bir kısmından bahsettiğiniz bütçe çok önemli. Şöyle sorayım, sizce İstanbul'un en önemli problemleri ne ve nasıl bir çözüm önerirsiniz?

Ulaşım, deprem ve yoksulluk. Emekçilerin yaşadığı sorunlar tabii ki. İstanbul'un zenginliğini bir avuç insan yaşıyor. İstanbul'da yaşayıp, İstanbul'u bilmeyen, köprüden sadece metrobüsle geçen, Boğaz'ı hayatı boyunca görmeyen, yaşadığı sokaktan, mahalleden dışarı çıkamayan, denizi görmeyen milyonlarca insan var. Yoksulluk çok önemli bir problem olarak orta yerde duruyor ve ekonomik krizin en çok vurduğu illerin başında geliyor. Ulaşım çok ciddi tabii ki herkesin bildiği üzere en büyük problemlerden bir tanesi. Tabii ki ulaşımı çözmenin hazır reçeteleri yok ama bildirgemizde ayrıntılı öneriler geliştirdik. Birkaç tanesini söyleyeyim. Mesela daha çok raylı sistem tabii ki gerekiyor. Deniz ulaşımı gerekiyor. Trafiğin yoğun olduğu saatlerde toplu taşımada mutlaka indirime gitmek gerekiyor. Biz yüzde 50 indirim diye planladık. Yine Avrupa'da çok yaygın olan akıllı otopark sisteminin kullanılması lazım. Bisiklet açısından İstanbul çok uygun gibi görünmüyor ama buna uygun bir fizibilite ileyeni yollar açabilmek, alternatifler geliştirmek gibi birçok öngörümüz ve yaşama geçirmek istediğimiz planlarımız var.

İstanbul'un en büyük korkularından bir tanesi depremin kapıda olması. Her an o tedirginliği yaşıyor. Ve araştırıyoruz, hala da çalışıyoruz o konuda. Kentsel dönüşüm dedikleri şey herkesin bildiği üzere rantsal bir dönüşüm. Risksiz alanlarda dönüşüm yapılıyor. Riskli alanlarda imar izni veriliyor. Yerinde dönüşümü savunuyoruz biz. İnsanların kendi ortamlarından da kopmaması.

Son olarak seçimin sonucunda nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Yani sizin için başarılı olduk diyebileceğiniz bir oran var mı? Örneğin genel seçimin üstüne mi çıkmak? Ya da seçimi mi kazanmak? Hem tahmininizi hem de beklentinizi almak istiyorum.

Kemal Bey bu gece çok zor sorular soruyorsunuz valla.

İsmiyle uyumlu olsun programın diye…

Açıkçası hakikaten bir tahminde bulunamıyorum şu anda. Çünkü daha üç hafta var seçime. Biz anket yaptırmadık İstanbul için. Bütün anketlere bakıyoruz tabii ki. Ben yani sonuç ne olursa olsun şimdiden kazandığımızı düşünüyorum. Yaptığımız çalışmalarla, temaslarımızla, halkla buluşmalarımızla, kurumlarla bir araya gelmekle... Ekoloji buluşması yapacağız, gençlik buluşmaları yapacağız. Depremle ilgili buluşmalar yapacağız. Partimizi, kendimizi anlatmak... Sıktığımız her el bence çok önemli bir kazanım. Herkeste temas etme olanağımız oluyor. Yani rakam olarak bir şey söylemek istemiyorum ama seçmenlere tabii ki çağrım mutlaka DEM Parti'ye oy verin yönünde olacak. Bu anketler de gerçeği yansıtmıyor bence.

Podcast