ÖZLEM KAYGUSUZ

ÖZLEM KAYGUSUZ

Boğaziçi protestoları, reform gündemi ve Türkiye-AB ilişkileri

Geçtiğimiz Kasım ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin yerinin Batı, yönünün de Batı’ya doğru olduğunu açıklamasının ardından dış politikada değişim tartışmaları başladı. Bu tartışmalar, Ocak ayı sonunda AB liderleri ile gerçekleştirilen yoğun temaslarla birlikte, ilişkilerde yeni bir dönemin başlamakta olduğu değerlendirmelerine neden oldu.

Son beş yıldır siyasi açıdan epey yıpranmış olan Türkiye-AB ilişkilerinin yeni bir raya oturtulması girişimleri, kuşkusuz Biden’ın yeni ABD Başkanı olması ile yakından ilgili. Çünkü esas olarak Doğu Akdeniz gerilimi ardından toplanan Ekim AB Zirvesi’nde açıklanan ‘Türkiye ile Pozitif Gündem’ kararı, Trump’ın seçimi kazanacağının düşünüldüğü o dönemde Türkiye hükümeti tarafından çok da ilgi ile karşılaşmamıştı.

Pozitif Gündem’in yeni bir yol haritası olarak Türkiye tarafından ciddiye alınması ve AB liderleri ile temasların bir anda hızlandırılması, ABD’de yaptırım kararının onaylanması, Biden’ın görevi devralması ve Birliğin Türkiye ile ilgili kararlarda bundan böyle ABD ile birlikte hareket edeceğini açıklaması sayesinde oldu.

Buraya kadar manzara açık görünüyor: 1952’den bu yana askeri müttefiklik ilişkisinin de ötesinde, sosyo-ekonomik düzeni ve siyasal sistemi ile bir parçası olduğu, ekonomisi büyük ölçüde AB iç pazarı ile olan ticarete ve yine Avrupa’dan gelen yatırımlara bağlı olan Türkiye’nin Batı ile ilişkileri toparlaması mevcut konjonktürde adeta bir zorunluluk haline gelmişti.

ABD ile ilişkiler biraz daha zorlayıcı ve karmaşık olduğu için, ilk olarak AB nezdinde hızlı adımlar atılması da oldukça anlaşılabilir bir durumdu. Dolayısıyla hükümet, içerdeki siyasal ortaklarından fazla bir itiraz görmeden Yunanistan ile istikşafi görüşmeleri başlattı ve AB ile de yeni bir yola girildiğini duyurdu.

İktidar denklemleri ve AB ile ilişkilerin düzelmesi

İçerde Batıya mesafeli dış politikayı destekleyen, Rusya ve Avrasya coğrafyasıyla ilişkilerin geliştirilmesinin Türkiye’ye bağımsız bir küresel konum sağlayacağına inanan kesimler de hem bu zorunluluk durumunu gördüklerinden hem de AB ile ilişkilerin iyileşmesinin iç ve dış siyasal maliyetinin yüksek olmayacağını düşündüklerinden fazlaca tedirgin olmadılar.

Buna göre, AB ile ilişkilerin düzeltilmesi söylem düzeyinde kalacak, çok da içi doldurulması gerekmeyen bir süreç olacaktı. 2021 boyunca Türkiye’yi özellikle ekonomik açıdan sıkıntıya sokabilecek sorunları aşmak için uygulanması gereken bir taktikten öteye geçmeyecekti.

Göç konusu yüzünden Türkiye’nin eli AB’ye karşı çok güçlüydü; dolayısıyla Birliğin özellikle demokratikleşme konusundaki beklentilerini geniş ölçüde gerçekleştirmek gerekmeyecekti. Sonuç olarak Türkiye’nin (yeni) müesses nizamı, AB ile kurulacak temaslardan rahatsız olmadı; çünkü Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönüp dönmeyeceği konusunda esas belirleyici olacak olan şey AB’ye karşı değil; ABD’ye karşı verilebilecek tavizlerdi.

Dolayısıyla AB ile düzelecek ilişkilerin içerdeki iktidar denklemlerini yerinden oynatma gibi bir potansiyeli yoktu. Dahası, Batı’ya dönme söylemi ve atılabilecek sınırlı reform adımlarıyla toparlanan ilişkiler AB’den çok Türkiye’ye fayda sağlayacaktı: AB’nin güvenini tekrar sağlamış bir Türkiye’nin uluslararası finansal kredibilitesi artacak, Birlik ülkeleri ile ticaret canlanacak ve yatırımlar tekrar hızlanacaktı. Göç anlaşması yenilenip yürürlükte kaldığı sürece, karşımızda minimum ile yetinebilecek bir Avrupa Birliği vardı. Yani korkacak bir şey yoktu.

Hükümet için başarı olacaktı

Bu gerçekten böyle mi? Gerçekten AB ile ilişkilerin düzelmesi için sınırlı bazı reformlar ya da kimsenin nereden çıktığını anlamadığı yeni anayasa tartışması yeterli olacak mı? Bu sorunun yanıtı son birkaç güne kadar evet gibi görünüyordu. AB liderlerinin ortada Türkiye tarafından atılmış hiçbir somut adım yokken yaptırım kararını hızlıca ertelemeleri, Türkiye’den tek beklentilerinin göç anlaşmasının yenilenmesi ve ne olursa olsun yürürlükte kalması olduğunu göstermişti.

Pozitif Gündem’in diğer konuları olan Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, ikili temasların güçlendirilmesi ve Türkiye’nin tek taraflı inisiyatiflerden vazgeçmesi hem ikinci planda olan, bazıları kolaylıkla başlatılabilecek, diğerleri de sonu gelmez görüşmeler sürecine bırakılabilecek meselelerdi.

AB liderleri Anayasa Mahkemesi üyeliğine yapılan atama, AİHM kararlarının uygulanmaması gibi siyaseten eleştirilebilecek konularda da fazla bir ses yükseltmemişlerdi. Dolayısıyla, AB ile ilişkiler iç ve dış siyaset açısından sıkıntısız bir şekilde iyileştirilebilecek gibi görünüyordu. Özellikle Gümrük Birliği’nin yenilenmesi görüşmeleri başlatılabilirse, AB ile yenilenen ilişkiler gerek iç gerekse dış politikada hükümet için ciddi bir başarı olacaktı. 

Boğaziçi protestoları yeni angajmanı sıkıntıya soktu

Ancak Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör atamasına karşı çıkan öğretim üyeleri ve öğrencilerinin yaklaşık bir aydır yürüttüğü protestolara karşı hükümetin aldığı tutum, her iki taraf açısından iyi görünen bu yeni angajmanı biraz sıkıntıya sokmuş görünüyor.

Sadece AB’den değil, ABD, BM ve farklı Batı kurumlarından gelen tepkiler bu çerçeveyi bozabilecek bir durumun gelişmekte olduğunu gösteriyor. Protestolara katılan öğrencilere terörist muamelesi yapılması, açıkça nefret söylemi niteliği taşıyan sözlerin sarf edilmesi, insanların kimlikleri nedeniyle düşmanlaştırılması, anayasal bir hak olan protesto hakkını kullanan, şiddet içermeyen sivil gösterilere katılan öğrencilere sert müdahale edilmesi AB liderlerinin görmezden gelemeyeceği ve idare edemeyeceği boyutlara varmış durumda.

Diğer bir deyişle, Boğaziçi protestolarına karşı aldığı tutum yüzünden hükümet, AB ile girmeyi planladığı yola rahatça giremeyebilir. Son günlerdeki gelişmeler, AB kimliğini kuran temel değerlerin bu kadar açıkça hedef alınması, reform ve yeni anayasa tartışmalarının bir taktikten öteye geçmeyeceğini gösteren açıklama ve uygulamalar AB açısından çok ağırdır.

Denilebilir ki, Boğaziçi protestoları karşısında alınan ve halen devam eden tutum, Türkiye’de muhalefetin hiçbir kanadından ve sivil toplumdan destek almayan ve inandırıcı bulunmayan reform siyasetinin gerçek mahiyetini AB açısından da netleştirdi.

AB açısından sınırlı reformlarla yetinmekle, kimliğinin özü olan demokratik değerlerin bu kadar açıkça hedef alınmasına sessiz kalmak aynı şey değil. Dolayısıyla, Türkiye’nin mevcut durumunu tam anlamıyla gösteren bu gelişmeler, Türkiye-AB ilişkilerinin düzeltilmesine fırsat kalmadan, daha da kötüleşmesi olasılığını barındırıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZLEM KAYGUSUZ Arşivi
SON YAZILAR