Naoto Kan'ın Türkiye özrü yetmez, bütün nükleerciler utansın!


“Utanç duyuyorum. Bugün olsa bunu yapmam."

Eski Japonya Başbakanı Naoto Kan, henüz Fukuşima nükleer felaketi yaşanmadan Türkiyeli yetkililere yaptığı Japonya’daki teknolojiyi kullanma teklifiyle ilgili BBC Türkçe’den Ilgın Yorulmaz’ın sorularını yanıtlarken ikinci kez böyle nedamet getiriyordu. Fukuşima nükleer felaketiyle ilgili eleştirilerin odağına oturmasının adından Ağustos 2011’de istifa eden Naoto Kan’ın, görevi bırakmasından beş yıl sonra; kamuoyuna açık olarak pişmanlığını ifade ettiği ilk cümleler ise şöyleydi:

 “Erdoğan’a Japon nükleer teknolojisini tavsiye ettiğime pişmanım. Türkiye gibi sismik ve terör riski olan bir ülke nükleer santralden vazgeçmeli. (..) Fukuşima’dan sonra vardığım sonuç şu: En güvenli nükleer santral, var olmayan nükleer santraldir. Yani nükleer santrallere sahip olmamanın, en güvenilir enerji politikası olduğuna ikna oldum.”




11 Mart 2011’de yerel saatle 14.46’da meydana gelen 8,9 şiddetindeki deprem ve depremin tetiklediği 14 metrelik tsunami, altı reaktörlü Fukuşima nükleer santralinde felakete neden oldu.

Yetkililer Fukuşima’da yaşananları tıpkı Çernobil nükleer felaketinde olduğu gibi Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği’ne (INES) göre ölçeğin en üst seviyesi 7 ile derecelendirdi. Hemen nükleer santralin çevresi yasak bölge ilan edildi ve yerleşim birimlerinin terk edilmesi istendi. Resmi rakamlara göre 160 binden fazla kişi zorunlu göçe maruz kaldı, bu kişiler gittikleri yerlerde ayrımcılığa uğradı.  Balıklarda, yasal seviyenin 2 bin 500 katı kadar radyasyona rastlandı. Santrale 140 kilometre uzaklıktaki çiftliklerde yetişen sığırların etlerinde radyasyon çıktı. Şeftalisiyle ünlü tarım merkezi Fukuşima’da tarımsal üretim durma noktasına geldi. Kazanın ilk 10 yıllık maliyeti 250 milyar doları geçti. Kan’ın yüzü kızarsın elbet.

Bölgenin sadece yüzde 15’i temizlenebildi

Felaketin üzerinden geçen 10 yılda, Greenpeace’in “Fukuşima 2011-2021” başlıklı raporuna göre Radyasyondan Arındırma Özel Bölgesi‘nin sadece yüzde 15’i temizlenebildi. Yine bu yıl yayımlanan “Fukushima Daiichi Nükleer Santralinin Devre Dışı Bırakılması” isimli ikinci raporda ise Greenpeace, Japon hükümetini ve santralin işletmecisi Tokyo Elektrik Enerji Şirketi’ni (TEPCO) hayal aleminden çıkıp acilen yeni bir plan hazırlamaya çağırdı. Halkın artan kanser riskine maruz kaldığını vurgulayan rapor, üç reaktörün içindeki yüzlerce tonluk artık nükleer atığa dönüşmüş yakıtın ve birikmeye devam eden radyoaktif suyun tahliyesi için güvenilir bir plan olmadığının altını çizdi.

10 yıl sonra bile felaket kontrol altına alınamadı

Ez cümle santral yüksek seviyeli radyasyon yayıyor. Bundan sebep santralde temizlik çalışmaları robotlar aracılığıyla yürütülüyor. Ancak yüksek radyasyon robotların kısa sürede bozulmasına neden oluyor ve çalışmalar sekteye uğruyor. Zaten havaya, toprağa ve suya radyasyon sızmasının engellenemediği bu durumda bile hükümet ise 2022’den itibaren 30 yıl boyunca okyanusa toplam 1 milyon ton seyreltilmiş radyoaktif su dökmeyi planlıyor. Daha temizlik çalışmalarının yüzde 85’ini yapamamışken 30-40 yıl içinde bölgeyi tamamen radyasyondan arındırarak yeşil alana dönüştüreceğini iddia ediyor. Naoto Kan nasıl olsun da utanmasın? Japonya, kendi başbakanlığı sırasında meydana gelmiş bu felaketi bir türlü kontrol altına alamıyor.

Hükümet nükleer facia riskini küçümsedi

1945’te ABD’nin Japonya’ya attığı iki atom bombasının mirası, güvenlik kültürü, insanlarının çalışma disiplini ve etik kurallara bağlılığı ile tanınan Japonya’da böylesi bir felaket nasıl meydana geldi peki? İşte mesele tam da bu; söz konusu nükleerse bütün bunlar kulakta sadece hoş bir seda olarak kalıyor. Japonya Nükleer Güvenlik Kurumu, TEPCO’nun tesisteki güvenlik denetimlerini kazadan önce birçok defa aksattığını açıkladı ve depremden dokuz gün önce tutulan bir rapor TEPCO’nun eksiklikleri nedeniyle uyarıldığını ortaya çıkardı. Felaketi araştırmak için kurulan Meclis Komisyonu, araştırmalarının sonucunda kazaya “insan hatasının” neden olduğu sonucuna vardı. Komisyon, santraldeki felakete, “nükleer enerjinin güvenli olduğu” mitinin yol açmış olabileceğini de söyleyerek hem Japon hükümetinin hem de TEPCO’nun nükleer facia riskini küçümsediğini vurguladı. Şimdi Naoto Kan nasıl bin pişman olmasın? Riski küçümsemiş ve dahi ülkesinin teknolojisiyle başka bir ülkeye nükleer felaket olasılığı ithal etmeyi teklif etmiş bir kere, nasıl yerin dibine girmesin?

 Kan’ınki kişisel pişmanlık

Hiç burun kıvırmıyorum, Naoto Kan’ın yüzleşmesi ve dahi itirafı elbette kıymetli. Hele ki bunca felaketin üzerine hala canla başla nükleer enerjiyi savunanların dünyasında. Lakin itirafın kendisinden öte zamanlaması manidar. Eski Başbakan’ın görevi bırakıp inzivaya çekildikten yıllar sonra bu sözleri sarf etmiş olmasına takılmamak mümkün değil. Felaketin hemen ardından pişmanlık yaşadı mı bilinmez, lakin kamuya açıklamadı ya da 5 yıl sonra açıklamayı tercih etti. Neden? Çünkü nükleer enerji bir devlet politikası ve kısa süreliğine seçilmiş hükümetler, devletin tüm organlarında politika değişikliğine dair ortak bir irade ortaya konmuyorsa ya da ardına halkın desteğini almıyorsa o politikayı kökten değiştirmeye pek de muktedir değiller. Onlar icracılar, yani devlet politikalarını uygulamakla mükellefler. Nitekim Fukuşima’nın ardından dördü kazada kullanılmayacak hale gelen 54 reaktörün 48’ini hemen, ikisini de birkaç yıl sonra kapatarak nükleerden elektrik üretmeyi durduran Japonya, kısa süre içinde yeniden nükleer enerjiye döndü. Ve şu anda 9 reaktör elektrik üretiyor. Yani apoletlerini çoktan çıkarmış Naoto Kan’ın yaşadığı sadece kişisel bir yüzleşme, kişisel bir pişmanlık. Bundan sebep Naoto Kan yetmez, toplum sağlığını ve gelecek kuşakların yaşam hakkını hiçe sayarak nükleer kararlarında ısrar eden görev başındaki tüm siyasetçiler, yöneticiler ve bütün nükleerciler utansın!

Türkiye’de 10 Mart’ın ertesi Fukuşima!

Türkiye’de ise iktidar halkı dinleyecek değil ya! Konda’nın Mart 2018 tarihli araştırmasına göre Türkiyelilerin nükleer santral istemeyen yüzde 66’sını görmezden geldi. “Mutfak tüpü de patlayabilir”, “Uçak da düşebilir” diyerek elmayla armutu kıyaslamalara doyamayan bir liderin peşi sıra bu pahalı, eski, riskli ve kirli teknolojiye doğru dört nala sürdü atını. “Nükleer, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltacak” kandırmacasıyla Türkiye’yi daha da Rusya’ya bağımlı kılan anlaşmaya imza attı. Ve akıllara durgunluk verecek şekilde… Fukuşima nükleer felaketinin 10. yıl dönümüne bir gün kala, Mersinli nükleer karşıtlarının “10 Mart’tan sonra 11 Mart; Fukuşima” uyarılarına kulak asmadan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın Akkuyu’da yaptığı nükleer santralin üçüncü reaktörünün temelini attı. Bittikten hemen sonra kapatılan ya da inşaatı yarım kalan bir çok reaktörün olduğu şu dünyada havada uçuşan konfetilere ihtimal o ki kendileri bile aldırmadı.

 
Bazı Batılı ülkeler nasıl nükleerden vazgeçti?

Peki nasıl oldu da Fukuşima nükleer felaketinin ardından bazı Batılı ülkeler devlet politikalarını değiştirerek nükleerden çıkış kararı aldı? Yanıt basit: Halkın baskısıyla. Zaten nükleer atıklarla başı dertte olan Batılı ülkeler, Fukuşima’nın ardından düzenlenen büyük protesto gösterilerine kulak vermeyi, risk almayarak nükleerin alternatiflerine alan açmayı tercih etti. Örneğin Almanya, Fukuşima’dan sonra hızla devreye aldığı yenilenebilir enerjiye geçişi öngören “Energiewende / Enerji Dönüşümü” Programı kapsamında 17 reaktörünün 8 tanesini devre dışı bıraktı. Kalan 9 reaktörünün de 2022’ye kadar kademeli olarak kapatma kararı aldı. İsviçre, yine Fukuşima’dan sonra elektrik ihtiyacının yüzde 38’ini karşılayan 5 reaktörü 2034’e kadar kapatacağını söyledi ve yapılması planlanan 3 reaktörü iptal etti. Enerji ihtiyacının yarısını nükleer enerjiden sağlayan Belçika ise 2025’e kadar tüm reaktörlerini kapatacağını açıkladı.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
FİLİZ YAVUZ Arşivi
SON YAZILAR